İnsanda öfke duygusunun işleyişi

Öfke duygusu herkes tarafından nahoş görülse ve dışlanan bir duygu olsa da aslında hayatımızdaki fonksiyonu çok önemlidir.Ancak biz bu işlevsel duyguyu anlamayıp doğru yöne kanalize edemediğimiz için bu duygu çatışmalara ve acılara sebep oluyor.

İnsanda öfke duygusunun işleyişi

İNSANDA ÖFKE DUYGUSUNUN İŞLEYİŞİ 

 

Öfke duygusu herkes tarafından nahoş görülse ve dışlanan bir duygu olsa da aslında hayatımızdaki fonksiyonu çok önemlidir.Ancak biz bu işlevsel duyguyu anlamayıp doğru yöne kanalize edemediğimiz için bu duygu çatışmalara ve acılara sebep oluyor.Bilirsiniz öfkenin çeşitleri vardır fiziksel,sözel,psikolojik vb.Sonuçta öfkenin işlevi ‘kendini varedebilmek ve koruyabilmek’ adına geliştirdiğimiz bir savunma mekanizmasıdır.Bu duygunun varlığı insanda farkındalığın ortaya çıkmasında büyük katkı sağlar,daha farklı bir ifadeyle insanda farkındalık arttıkça, yani kişi kendi içerisinde bulunduğu resmin(hayatının) bütününü görmeye başladıkça öfke gelişir ve ardından bir korumaya alma eğilimi doğar insanda.Bu bazen saldırarak bazen de savunarak gerçekleşir.

Asıl sorun bu duygunun ortaya çıkış şeklindedir.İnsanoğlunda iki çeşit öfke durumu gözlemlenmektedir.Aktif Agresyon ve Pasif agresyon şeklinde.

 

 

Aktif agresyon daha çok baskın karakterli kişilerde görülmekte olup ,pasif agresyon çekingen,içedönük insanlarda,kendini iyi ifade edemeyen kaygılı tiplerde ortaya çıkmaktadır.Bu durumun bir de geleneksel toplumda işleyişine baktığımızda erkeklerin aktif agresyon rolü,bayanların ise pasif agresyon rolünü üstlendiğini söyleyebiliriz.

 

 

Aktif agresyon ani ortaya çıkan,kısa süren,direkt olan,gelip geçici ve tahrip edici olan öfke çeşitidir.Pasif agresyon ise bunun tam tersi süreç içerisinde yavaş yavaş ortaya çıkan,uzun süren,kalıcı ve tahrik edici öfkedir.Pasif agresyon gösteren kişiler baskın karakterli kişiler karşısında kendilerini ifade edemeyip öfkelerini bastırmak zorunda kaldıkları için bu öfkeyi içselleştirir ve sürece yayarlar.Bunlar karamsar olmaya ve kin tutmaya müsaittirler.Ve öfkelerini durum ve koşullar değişse bile yıllarca iç dünyalarında yaşatabilir ve başkalarına (daha çok kendilerinden zayıf olanlar) yansıtabilirler.

Toplumda zayıf olan dediğimizde ilk aklımıza gelen çocuklar,kadınlar,yaşlılar vs. olmaktadır.Oysa nice erkekler var kadınlarından şiddete maruz kalan,ve nice çocuklar ailelerine kan ağlatabilen.Kadına şiddet kadına şiddet tutturmuşuz gidiyoruz,bu olayları bağlamından kopuk ve etki-tepki zemininde değerlendirip yapılandırmadığımız takdirde ne cinayetlerin sonu gelecektir ne de mağduriyetlerin.Ancak geçtiğimiz günlerde yaşanan istisnai durum olan ‘Özgecan cinayetini’ bu durumun dışında değerlendiryorum.O olay başlı başına vahşet ve bir katliam.Ancak bu konuda da şunu belirtmeliyim ki o katliamı yapan kişi de olaydan birkaç saat öncesine kadar ‘masum bir evlad’ idi.Ne yazık ki içimizde koşullar değiştiğinde cani olabilecek binlerce kişi var.Ve biz onlarla iç içe yaşamaktayız ve hatta daha da ileri gitmek gerekirse bu kişi bizim eşimiz,çocuğumuz hatta biz bile olabiliriz.Zira insan her şey olmaya müsait bir varlıktır,eğitilmediği terbiye edilmedi takdirde.Söyler misiniz zamanımız toplumunda ‘nefis terbiyesi’ ne kadar gündemimizde.Çağımızın insanının Mevlana’ ya ve onun gibi tasavvuf büyüklerinin bakış açısına nefese olan ihtiyacımız kadar ihtiyacı var.Kendini bilmeyen insan ve terbiye edilmeyen nefs ten her türlü caniliği bekleyebilirsiniz.Modern kültür cani benlikler yetiştirmeyi her yönden empoze ederken bize,biz ağzımız açık kalitesiz ve anlamsız diziler,yarışma programları izlerken atı alan üsküdarı geçiyor.

 

 

Aşırı öfke acizlik ve çaresizliğin işaretidir,bu acziyetini kapatmanın savunmasıdır bağırmak ya da vurup kırmak.Bazı insanlarda öfkelenince ağlarlar mesela,ancak ağlamak ile bağırmak arasında gerçekte bir fark yoktur.Her iki durumda da insan çaresizliğini gösterir.Genellikle insanlar beklentileri gerçekleşmediğinde,anlaşıldıklarını hissetmediklerinde,haksızlığa uğradıklarında ya da önemsenmediklerinde öfkelenirler.En çok öfkelendiklerimiz en yakınlarımızdır genellikle?Nedense?

Başkalarına toleransımız oldukça yüksek olabilirken en yakınlarımıza tahammülümüz bir o kadar düşüktür.En yakınlarımızla olan ilişkimiz kendi benliğimizle olan ilişkimizin yansımasıdır aslında.Yani anne babamız,çocuğumuz,kardeşimiz ya da eşimiz bizim benliğimizin bir parçası haline getirdiklerimiz(yani bizden dediklerimiz)i en az önemseriz.Demek ki insanın kendisine verdiği değer ölçüsünde gelişiyor en yakınlarıyla olan ilişkisi.Kendisini yüce ve üstün gören insanlar kendi içerindeki kör noktaları görmek istemeyip kapattıkları için en yakınlarındaki yansımalarıyla karşılaşmaktadırlar.Kendisini değersiz gören ile çok değerli üstün gören insan arasında çok fark yoktur aslında.İkisi de aynı zeminde değerlendirilebilir.

Sağlıklı olan şey kişinin benliğinin farkında olması,olaylar karşısında geliştirdiği duygu ve tepkilerin bilincinde olması ve kendi gerçekliğini (artı ve eksisiyle) görmesi,bununla yüzleşebilip bunları kabullenebilmesidir.Daha sonra da rahatsız olduğu yönleriyle baş edebilmeyi öğrenmesi ve değiştirmeye gayret etmesidir.Aksi halde ömrümüz boyunca ya insanları,koşulları ve kaderi suçlamaya ya da kendimize kızıp,küsüp,kendimizi suçlayıp hayatı mutsuz yaşamaya mahkum oluruz.

İnsanın öncelikle kendisinden beklentisi makul olmalıdır ki,diğerlerinden beklentisi karşısında göreceği tutumlar onu yıkmasın.İlişkilerimiz aynadaki yansımalarımıza benzer,gördüklerimiz kendimizin yansımasıdır aslında ama biz onları kendimizden bağımsız değerlendirdiğimiz için doğru okuyamıyor bu yüzden yaralarımızı,kırgınlıklarımızı onaramıyor,öfkelerimizi dindiremiyoruz.Biz almak için vermeye odaklı bir yaşamın içerine doğduğumuz için fazla kırılgan bir yapıya sahibiz.Ve bu yüzden insani olan her şeyi maskelemişiz.Aman maskemiz düşmesin aksi halde karşılaşacağımız şeylerde kendimizi göreceğiz çünkü.Siz hiç aynada yüzünüze baktınız mı?Peki ne gördünüz?Kendinizi mi?

Hayır,aynada gördüğünüz siz değilsiniz emin olun,bakın bakalım ne göreceksiniz…

Saygılar…

 

Bu makale 7 Şubat 2024 tarihinde güncellendi. 0 kez okundu.

Yazar
Psk. Fatma Çakır Çalışkan

PSİKOLOG FATMA ÇAKIR ÇALIŞKAN    1984 yılında Nevşehir 'de doğdu. Lise' yi Ürgüp İmam Hatip Lisesinde, Üniversite' yi Yakın Doğu Üniversitesi Psikoloji Bölümü (Eğitim dili İngilizce 2009) tamamladı. 2013' de Pozitif Psikoterapi master eğitimini İstanbul 'da tamamladı ve Pozitif Psikoterapist ünvanını aldı. Bu sırada Özel bir Rehabilitasyon merkezinde 18 ay Psikotik Hastalarla çalıştı. Ardından Özel Hastane'de çalışmaya başlayan Çalışkan, 6.5 sene hastanede deneyiminden sonra Atlantis Eğitim Merkezinde 1.5 yıl Terapistlik yaptı ve sonrasında 2019'da Nevşehir Psikolojik Danışmanlık Merkezi' ni kurdu. O tarihten beri kurucu üyesi olduğu Nevşehir Psikolojik Danışmanlık Merkezin'de Psikolog & Psikoterapist olarak çalışmaya devam etmektedir.  2016'da İstanbul Psikodrama Enstitüsüne bağlı Kayseri Psikodrama Enstitüsünde "Psikodrama Temel Eği ...

Etiketler
Öfke
Psk. Fatma Çakır Çalışkan
Psk. Fatma Çakır Çalışkan
Nevşehir - Psikoloji
Facebook Twitter Instagram Youtube