KABULLENMEK
Bundan birkaç yıl önce bir psikolog olarak hayatımda çok yol kat ettiğimi, psikolog olmanın bana kazandırdığı esnek zihin yapısının, tam da kişisel gelişim demek olduğunu, ön yargısız, objektif bir bakış açısına sahip modern bir yeniçağ insanı olduğuma körü körüne inanmaktaydım. Tabii ki bu yolda ilerlemenin sonsuz olduğunun da bilincindeydim ki önümdeki kişisel gelişimimdeki engelin, kendime duyduğum bu sonsuz inanç olduğunu anlamam fazla uzun sürmedi. Onca eğitim, Onca kitap, seminer... Önüme engel mi olmuştu şimdi? Ben değil miydim onlarca danışanıma kendi yolukluklarında eşlik eden ve onlara farkındalık kazandırmak için ışık tutan, peki ne olmuştu da ben kendime bu ışığı tutamamıştım. Terzi kendi söküğünü dikemez hesabı yani Bana da olmuştu işte bende tıkanmış ve kendimle karşılaşmıştım. Peki, neydi bu farkındalık? Önce işe buradan yani sıfırdan başlamalıydım. Bütün bildiğin her şeyi unut ve kendin için yeniden başla dedim kendime Yalnızca kendim olmakla başlayacaktım. Ne bir psikolog, ne bir eş, ne bir çocuk, ne bir arkadaş, sahip olduğum bütün rolleri bir kenara bırakıp tamamıyla içime dönecektim. Asıl soru, her şeyin ötesinde bu yolculuğa nasıl çıkacaktım ve nereden başlayacaktım. Bütün bu sorularla kafam doluyken 'AŞK' isimli bir kitap geçti elime. Üzerinde kocaman bir kalp olan pembe kapaklı bu kitap, önce bana sıkıcı entrikalarla dolu bir aşk romanını çağrıştırdı. Her nasılsa, biraz kafa dağıtmak, biraz oyalanmak amacıyla belki, çevirdim kitabın sayfalarını ve işte o sayfalarla başladı benim ruhuma yolculuğum.
Ben ezelden beri çok severim kitap okumayı benim için adeta bir terapidir okumak. Okurken sakinleşirim, dalarım, tamamen kitaba veririm kendimi. İşte AŞK ta böyle böyle sızdı benliğime, Mevlana'yı, tasavvufu bilirdim duyardım hatta hoş görüsü sözleri ve felsefesi ile beni etkilerdi ama AŞK sayesinde daha da derin bir ilgi duyarak, kabullenme, farkındalık ve aydınlanma gibi kavramların bizim bildiğimizden ve anladığımızdan daha derin anlamları olduğunu keşfetmeye başladım. Bununla birlikte devam eden süreçte sayamayacağım kadar çok kitap okudum, okudukça derinleştim ve okuduğum her şeye, yargılamadan eleştirmeden küçümsemeden olduğu gibi teslim oldum. Sanırım yaşadığım ilk değişim de bu oldu. Benim gibi bilimsel ilkelere sıkı sıkıya bağlı biri için bu gerçektende bir dönüşümdü. Kabullenmek, her şeyi var olduğu gibi kabullenmek, olduğu formda, şekilde kabullenmek zor olsa da zihnim mantığım zaman zaman bu ne saçmalık dese de içimde bir yerler de doğru yolda olduğumu hep bildim. Kabullenme, aslında bir anlamda yüzleşme demekti, her insanın aydınlık yönleri olduğu kadar mutlaka gölgede kalan karanlık bir yanı da vardır ve o karanlıkla bir kez yüzleştiniz mi, dönüşü yoktur artık, zaten gözleriniz bir süre sonra karanlığa uyum sağlar ve karanlıkta da görmeye başlarsınız zaten asıl olan da budur karanlıktaki aydınlılığı görebilmek!
Her insan karanlık yönlerini içten içe bilir aslında ama çok az insan bununla yüzleşir. Gündelik hayatınızda çevrenizdeki insanların konuşmalarını aklınıza getirin, bir çok insan haksızlığa uğradığından yakınır, bana şunu yaptı bunu yaptı der durur, hayat karşısında mağdurdur. Ona haksızlık yapılmıştır, o haklıdır ve yaşamındaki olumsuzlukların sebebi her zaman başkalarıdır. O başkaları gelip olumsuzlukları düzeltmediği sürece, mağdur olmaya devam edecek ve kendi hayatının sorumluluğunu almayı ret edecektir. Kendi hayatının sorumluluğunu alamayan insan gerçektende hayatı boyunca mağdur olur ve bu mağduriyetten beslenir. O gururludur, özür dilemez, hata yapmaz, haksızlıklar her zaman ona yapılır. Bunun ne kadar büyük bir kibir olduğunu ve taşınması ne kadar büyük bir yük olduğunu anladığında ise genellikle hayatının büyük bir bölümünü harcamış olur ve hatta bunun farkına bile varamadan bu dünyada ki yolculuğunun sonuna gelir. İşte ruhumuzun gölgede kalan karanlık yüzü bu tarz duygularla beslenir. Bir çoğumuz onunla ego' adıyla tanışırız. Güçlü, haklı, her şeye bir açıklaması olan, yenilmezdir o. Hatta öyle güçlüdür ki siz içinizdeki karanlığa erişmeye çalıştığınızda bile bin bir bahane bularak sizi geri döndürmeye çalışır. Oysaki gerçekler ortadır. Hayatın kendi içinde bir dengesi vardır evet belki haksızlığa uğrarız ama haksızlıkta yaparız. Terk ederiz ve terk ediliriz. Hayatta her şeyin bir dengesi uyumu vardır. Bu uyumu ahengi bozan genellikle bizim olaylar karşısındaki duygularımız, düşüncelerimiz tutum ve davranışlarımızdır. Örneğin, Sürekli eşinin kendisine ilgisiz davrandığından şikayet eden bir kadın, mutsuz, depresif şikayetçidir eminim ki hepinizin çevresinde mutlaka böyle bir tanıdığınız olmuştur ya da en azından böyle şikayetleri olan birini duymuşsunuzdur. Eşi, onunla yeterince ilgilenmiyordur, hasta olduğunda düşüncesizdir, yıl dönümlerini hatırlamaz, kabadır, konuşmaz sevgi dolu bir çift güzel söz söylemez vb bu liste uzar da uzar. Burada bu kadın için tek çözüm, eşinin değişmesi ve ona ilgi göstermesidir. Oysaki bu eş ile evli kalmak, bu kadının kendi tercihidir. Burada asıl çözüm, Kadının eşini olduğu gibi kabul edip, kendi hayatı ile ilgili neler yapabileceğini farkına varmasıdır. Kendi gücünün, kendi değerinin ve isteklerinin farkına varıp bunları olduğu gibi kabul ederek evliliğine farklıbir vizyondan bakması, beğenmediği eşinde de birçok değişikliğe sebep olacaktır. Üzerinden suçluluk duygusu kalkan, sürekli eleştirilmeyen, kaprise maruz kalmayan eş bir süre sonra rahatlayarak eşine daha çok ilgi gösterecektir. Unutmayın, Değişim değişim yaratır
Kabullenmek birçoğumuz için kolay bir davranış gibi anlaşabilir. Hatta kimi insanlar gerçekten hayata nezaketle kabul vermiş insanları gurursuz onursuz olarak atfedebilirler, bu büyük yanılgı maalesef ki birçok insan için geçerlidir. Ancak burada üzerinde durulması gereken asıl konu, kabullenmenin hayatımızdaki bütün olumsuzluklara boyun eğme anlamına gelmediğidir. Kabullenme, ancak isteyerek, bilerek anlayarak ve yürekten koşulsuz bir sevgi ile oluşur. Şimdi hayatınızı şöyle bir düşünün kabullendiğiniz olayları insanları düşünün ancak bu kabullenmeleriniz size mutsuzluk vermeyen aksine tamamıyla koşulsuz ve yürekten sevgi ile olsun. Kaçımız işimizi seviyoruz, eşimizi değiştirmek istemiyoruz, çocuklarımızdan memnunuz Bu liste hepimize göre ayrı ayrı uzayabilir. Kabul vermediğimiz her insan her olay her durum sırtımızda bir yük olarak kalmaya devam edecek ve biz yol aldıkça bu yükler ağırlaşarak taşınmayacak hale gelecek ve sonunda bizi hasta edecektir. Acil servisler bu tarzda vakalar ile doludur.
Kabullendiğiniz ne kadar az şey olduğunu gördüğünüzde şaşırabilirsiniz. Kabul vermek tahmin ettiğinizden daha yüksek bir bilinç ve farkındalık gerektirir Öncelikle kişinin kendi zihninin derinliklerini gözlemleyerek içsel gerçeklerini keşfetmeye başlaması ile ilk kabulü kendisine vermesi gereklidir. Günlük yaşamın koşuşturması, işiniz, eşiniz, çocuklarınız, düşünceleriniz, inançlarınız, duygularınız zihninizi meşgul edip durur. Kafamız düşünceler ile doludur siz konuşmuyor olsanız bile onlar gün boyu beyninizin etini yer durur bir an bile susmadan sürekli konuşurlar. Günümüz insanın televizyon ya da dizi müptelalılığının bir sebebi de ancak ve ancak dizi saatlerinde kendi düşüncelerimizi unutup ya da en azından sesini kısıp birkaç saat geçiriyor olabilmemizdendir.
Uzun saatler televizyon izleme becerisine sahip olan insanlığın kendi vizyonunu izlemekten bu kadar kaçınması ironiktir. Kabullenme de olduğu gibi insanın farkındalık düzeyinin yükselmesinde de insanın kendi ruhunu aynı film izler gibi izlemesi şaşırtıcı derecede rahatlatıcı ve huzur vericidir. Hayatınızı bir koltuğa oturarak izlediğinizi düşünün, başrol oyuncusu ile yani kendinizle hiç özdeşleşmeden uzaktan izlemenin verdiği rahatlatıcı duygu inanılmazdır. Bütün o kötü şeyler başrol oyuncusunun başına gelmiştir ve siz sadece bir izleyicisinizdir. İşin aslı izleyen de oynayan da her ikisi de bizizdir. Sadece daha çok oynayanla özdeşleşmiş ve tüm dikkatimizi oyuncuya vermişizdir. İzleyen ise öz benliğimizdir o her zaman objektif şekilde tüm yaşanılanları izler. İşte öz benliğimizle yani içimizde var olan saf temiz enerji ile bağlantıya geçtiğimizde kendimizi daha çok sevmeye ve kendimize daha çok kabul vermeye başlarız.
Temelde olayların nasıl olması gerektiğine değil, nasıl olduğu ile ilgilenmektir, kabul vermek. Yaşadığımız her şeye onay verebilmek, boyumuza, kilomuza, doğduğumuz aileye hoşumuza gitmeyen her ne var ise hepsine evet' demek bize sunulanları olduğu gibi kabul ederek hayat boyu aradığımız huzur ve mutluğun dışarıda değil de hemen kendi içimizde olduğunun farkına varmaktır.