I- çocuk kavramı

I- çocuk kavramı

Çocukluğun Tarihi

             Çocukluk yaşam zincirinin doğal ve değişmez halkalarından biridir. Ancak bebeklik doğal bir gerçeklik iken çocukluk sosyo-kültürel bir kavramdır. Bu nedenle diğer toplumsal kavramlar gibi norm ve değerlere göre, göreceli olarak belirlenir (Akyüz, 2000).

             Çocukluk herhangi sabit bir döneme ait tek bir evrensel deneyim değildir. Tarihsel olarak değişen kültürel bir yapıdır. Tarih boyunca çocuklukla yetişkinlik arasındaki ayrım çizgisi keyfi olarak çizilmiştir ve bu çizgi tarihsel dönemlerde değişiklikler göstermektedir. Ayrım çizgisinin değişkenliği çocukluk kavramının geçiciliğini kanıtlar niteliktedir (Franklin, 1993; Polat, 1997).

             Hem çocukluk yaşantısı, hem de çocukluk kavramı yüzyıllar boyunca değişim göstermiştir. Birkaç yüzyıl önce insanlar, çocukluğu yaşamın farklı bir dönemi olarak görmemekte, yaşamın ilk on sekiz yılının belirleyici olduğunu ve daha sonraki gelişimin ve işleyişin temelini oluşturduğunu düşünmemekteydi (Gander ve Gandiner, 2004).  Örneğin; eski Yunanlılar özel bir yaş kategorisi olarak çocukluğa az ilgi göstermişlerdir. Çocuk ve genç için kullandıkları terimler o kadar belirsizdir ki, bebeklik ile yaşlılık arasında kalan hemen her çağı içermektedir (Postman, 1995).

              Fransız nüfus bilimcisi ve sosyal tarihçisi Aries (1962), çocukluğun değişmez bir olgu olduğu konusundaki geleneksel varsayımları eleştirmekte ve Ortaçağ Batı toplumlarında modern anlamda bir çocukluk kavramının bulunmadığını ileri sürmektedir (Akyüz, 2000). Aries, Ortaçağ Batı toplumlarında çocukluk kavramının olmadığını söylemenin, çocukların ihmal edildiği ya da sevilmediği anlamına gelmediğini de belirtmektedir. Ona göre, çocukluk kavramını çocuk sevgisiyle karıştırmamak gerekir. Çocukluk kavramı, daha çok çocukların kendine has özelliklerinin olduğunu ve bu özelliklerin onu yetişkinden ayırdığı yolundaki bilinç ile ilgilidir. Ortaçağ toplumlarında bu bilince sahip olunmadığı görülmektedir (Onur, 2005).

              Aries (1962)’e göre, çocukluğun keşfi süreci 13. yüzyılda başlamış, yansımaları 15-16. yüzyıl sanat tarihinde görülmüştür. Örneğin, 12. yüzyılda sanatçılar çocuk tasvirinde yetişkin bir adam imajı yaratmamıştır, fakat bu resimlerdeki figürler çocuğa benzemekle birlikte tam olarak çocuğu yansıtmamaktadır. 13. yüzyıl sanatında çocuğa benzer şekiller belirmeye başlamışsa da, bunlar gerçek değil, ‘melekler’ gibi dini içerikli figürlerdir. 15. ve 16. yüzyıllara gelindiğinde Meryem’in kollarındaki küçük İsa gibi anne-çocuk ilişkisini tasvir eden resimlerde modern çocuk kavramına benzer şekiller yer almaktadır. Ortaçağ topluluk resimlerinin birçoğunda, geleneksel bir festivalde kadınların rollerini yaparken boyunlarına sarılmış ya da şövalyelerin uşağı olarak ya da çırak kıyafetinde çocuklara rastlanmaktadır (Akyüz, 2000; Onur, 2005).

              Plumb’a göre ‘Çocukluk düşüncesi son 400 yıla ait Avrupa icadıdır’ (aktaran; Franklin,  1993).  Çocukluğun ayrı bir dönem olduğu, eğitimin çocuklarla sınırlandırıldığı 17. yüzyılda kabul edilmiştir ve çocukluk kavramı gelişmeye başlamıştır. Bu döneme kadar çocuklara yetişkinlerden farklılaşmadığı için onları tanımlamak için özel sözcükler yoktur. Boy, garçon, krabe gibi bağımlı konumdaki kişiyi belirtmek üzere kullanılan terimler kullanılmaktadır (Franklin, 1993; Gander ve Gandiner, 2004). 17. yüzyılda çocukluk bir masumiyet ve zayıflık dönemi olarak görülüp yetişkinlere, masumiyeti koruma ve zayıflılığı güçlülüğe dönüştürme görevi verilmiştir. Bu dönemde çocuk, minyatür erişkin konumunun dışında bir durumda değerlendirilmeye başlanmıştır. Matbaanın icadıyla, yazının yaygınlaşması dolaylı olarak çocukluk döneminin de farklı değerlendirilmesini sağlamıştır. Eğitimin yaygınlaştırılması ve çocuğun eğitimin ana odağı haline gelmesi çocuğa erişkin olmayan bir pozisyon kazandırmıştır (Polat, 1997).

              17. yüzyılın başlarından itibaren, çocuklar kendilerine özgü giysilere, oyunlara, öykülere, müziğe ve resimlere sahip olmaya başlamışlardır. Böylece onlar, yetişkin etkinliklerinden uzak tutulmuş ve yetişkinlerle çocukların dünyası birbirinden ayrılmıştır. Bütün bunlar yüksek sınıfa mensup varlıklı ailelerde görülmektedir. Yoksul sınıf çocuklarında gerek giysi ve oyun gerek çalışma ve yetişkinlerin dünyasını paylaşma bakımından eski yaşam biçimi sürmektedir. Örneğin; Victoria dönemi Londra’sında ya da Paris’te işçi sınıfı çocuklarını tasvir eden resimler, çocukları hâlâ yetişkinler gibi, çoğu zaman ana-babalarının eski ve yırtık giysileriyle göstermektedir. Bu dönemde çocukların içki, kumar ve cinsel taşkınlık gibi yetişkin yaşamının bütün yönlerine katıldıkları belirtilmektedir. Zenginlik yayılınca işçi sınıfı da kitlesel eğitimden yararlanmış, çocuklar yetişkinlerden ayrı bir dünyaya sahip olmaya başlamışlardır (Franklin,1993; Gander ve Gandiner, 2004).

              Rönesans’la birlikte kültürel ve düşünsel ortamda başlayan değişim 19. yüzyılda da sürmüş ve çocukların diğer yetişkinlerden farklı bir sınıf olduğu anlayışı daha da pekişmiştir. Bu değişimde, ekonominin tarımdan sanayiye kayması, orta sınıfın gelişmesi, ailenin yapısının ve rolünün değişmesi, çocuk ölümlerinin azalması, boş zamanların artması, ana-baba-çocuk ilişkisinde duygusal bağın önem kazanması gibietkenlerin de rolü olmuştur. Aydınlanma çağı filozofları, çocukluk anlayışı ve çocuk eğitimikonusunda yeni görüşler ileri sürmüşlerdir. Böylece, kendine özgü ve gittikçe gelişen birçocukluk anlayışı ortaya çıkmıştır. Gelişen bu anlayış doğrultusunda çocuklar göçlerin,sanayileşmenin, şehirleşmenin olumsuz etkilerinden korunmaya çalışılmış, sağlık ve refahlarıyla ilgili önlemler alınmıştır. 20. yüzyılda ise çocuk, toplumun geleceğini belirleyen en önemli insan kaynağı olarak değerlendirilmiştir. Bu yüzyıl aynı zamanda, filozofların, eğitimcilerin, psikologların ve hukukçuların çocukları incelemeleri, onların gelişimleri ve hakları konusunda fikirler ileri sürmeleri dolayısıyla "çocuk yüzyılı" olarak da adlandırılmıştır (Gander ve Gandiner, 2004).

Çocukluğun Tanımı

                Çocukluk, oyun oynayabilecekleri, büyüyüp gelişebilecekleri, yetişkinlerinkinden farklı olarak, ayrı ve güvenli bir ortam gerektirir. Çocukluk, salt doğum ile yetişkinlik arasındaki dönem olmanın ötesinde bir anlama sahiptir. Bu kavram, bir çocuğun yaşamındaki durumu ve koşulları, belirtilen dönemi oluşturan yılların kalitesini anlatır (UNICEF, 2005).

                Günlük dilde çocuk kavramına çeşitli anlamlar verilir. Bu kavram, yaşa ilişkin olarak küçüğü yetişkinden ayırmak için kullanılır. Çocukluk ve yetişkinlik yaşını ayıran sınır; bölgeye, sosyal çevreye, dinsel ya da kişisel görüşlere göre değişmektedir. Buna göre çocukluk; belli bir yaşa ulaşmak, reşit olmak, okulun bitirilmesi, çıraklık eğitimine başlamak gibi dış olayla bitmektedir. Bu ölçütlere göre, günlük dilde çocukluk 13-18 yaş arasında sona ermektedir (Akyüz, 2000).

                 Doğumundan ölümüne dek insanı, çocukluk, ergenlik (gençlik), olgunluk, yaşlılık gibi belirli dönemler içinde ele alan Yavuzer (1981), ergenlik ve çocukluğu ayrı dönemler olarak sınıflandırmıştır. Yörükoğlu (1985), süt çocukluğu, özerklik, oyun, okul, ergenlik dönemleri olarak belirlediği sınıflandırmada ergenlik dönemini 12-21 yaş arasında tanımlamaktadır (Polat, 1997). Dünya Sağlık Örgütü (WHO) 10-19 yaş arası herkesi ergen olarak kabul etmektedir. Ergenlik süreci erken ergenlik (10-13 yaşlar), orta ergenlik (14-16 yaşlar) ve geç ergenlik (17-19 yaşlar) olmak üzere üç gelişim dönemi olarak ele alınmıştır. (WHO, 2008).

                  Çocuk tanımında kullanılabilecek önemli ölçütlerden biride hukuk kurallarıdır. Hukukta “çocuk” kavramı iki anlamda kullanılmıştır. Birinci anlamda küçüğü yetişkinlerden ayırmak, ikinci anlamda ise, küçüğün ana-babaya olan soy bağını ifade etmek amacı ile kullanılmıştır. (Akço, 2006, s.1)

                  Önemli ölçütlerden biri olan hukuk kurallarının, küçüğü yetişkinlerden ayırma bakış açısının sonucunda farklı konseyler ve bu konseylerin gerçekleştirdiği zirvelerde farklı biçimlerde tanımlanmış olmasına karşın tanımların genel bakış açısı aynı doğrultudadır.Ayrıca çocuğu tanımlayan ruh sağlığı profesyonellerinin çocuk tanımlarına bakıldığında da ,küçüğün yetişkinlerden ayrılmasına yönelik bakış açısının benimsenmiş olduğu görülmektedir.

                   Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre;ulusal yasalarca daha genç bir yaşta reşit sayılma hariç 18 yaşın altındaki her insan çocuk sayılır.1990 yılında gerçekleştirilen Dünya Çocuk Zirvesinde ise ‘Çocuk:masum,duyarlı ve bağımlı bir varlıktır.Ayrıca meraklı,canlı ve umut doludur’.biçiminde tanımlanmıştır.Yörükoğlu ise çocuğu ‘Çocuklar;yetişkinlere göre  daha güçsüz,daha fazla bakılmak,korunmak kollanmak ister,anne baba ve çevresine bağımlıdır’ cümlesi ise tanımlayarak çocuğun yetişkinlerden farklı  gereksinimleri olduğunu vurgulamıştır.

                    Mevzuatımızda ise öncelikle ülkemiz tarafından da 1995 yılında imzalanan, Birleşmiş  Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde on sekiz yaşına kadar her insanın çocuk sayılacağı açıklanmaktadır (md. 1).

                     Türk Ceza Kanunu’nun 6.maddesinde de, “çocuk deyiminden; henüz on sekiz yaşını doldurmamış kişi” anlaşılır denilmektedir. 

                     Çocuk Koruma Kanunu’nun 3.maddesinde de, “Çocuk: Daha erken yaşta ergin olsa bile, on sekiz yaşını doldurmamış kişidir.” biçiminde bir tanım yapılmaktadır.                

           

 

Bu makale 19 Mart 2019 tarihinde güncellendi. 0 kez okundu.

Yazar
Uzm. Pedagog Murat Mangır

Etiketler
Çocuk
Uzm. Pedagog Murat Mangır
Uzm. Pedagog Murat Mangır
Balıkesir - Pedagoji
Facebook Twitter Instagram Youtube