Hatalarımla sev beni

Hatalarımla sev beni

Yetişkinler, Gençler, Çocuklar Huzurla Gülsün Diye…

Yıllardır çocuklar, gençler ve yetişkinlerle çalışıyorum. Sayısız bireysel terapiler, evlilik terapileri, cinsel terapiler yaptım. Pek çok klinik vaka ile çalıştım. Yaşanan sorunların temelinde hep ortak bir noktaya vardım. Onaylanma ihtiyacı…

Kaygı bozuklukları, takıntılar, fobiler, depresyon gibi klinik rahatsızlıklar; çocuklarda saldırganlık, tırnak yeme, alt ıslatma gibi davranış ve uyum bozuklukları; gençlerde ergenlik dönemi sorunları, sınav ve gelecek kaygısı; evliliklerde yaşanan iletişim problemleri, cinsel problemler vb. Hep bir fark edilme, duyulma, güvenilme, değer görme, sevilme, saygıya değer bulunma, onaylanma ihtiyacının giderilmemesinden kaynaklı. Bunlar sadece birer sonuç aslında.

Üstümüze giydiğimiz elbiseden, bir topluluk içinde ağzımızdan çıkan cümlelere kadar, "başkalarının üzerindeki etkimiz" ekseninde dönen bir hayatın içindeyiz. İnsan sosyal bir varlık, dolayısıyla kendini sadece kendi yaşam alanı çerçevesinde değil, toplum içinde sahip olduğu yer ile birlikte algılıyor. Kendini doğru ifade edebilmek, iyi iletişim becerilerine sahip olmak bu sosyal yaşam içinde hayatta kalabilmek için çoğu zaman yeterli oluyor.

Başkasının gözündeki yerimiz, "toplum içinde ayakta kalabilmek” açısından bu biçimde tarif edildiğinde; son derece masum ve yaşamsal ihtiyaç gibi görünse de, ruh sağlığı açısından tehlikeli bölge ile arasında son derece şeffaf bir sınır bulunuyor. Başkalarının gözünde kim olduğumuz, nasıl algılandığımız yaşamın hedefi olursa, iş kontrolden çıkıyor. Ben buna “başkaları ne der hapishanesi” diyorum.

Önce Kendi Varlığını Kabul Et, Onayla…

Şöyle bir profil düşünün: Birilerinin size "harika" demesi size müthiş bir yaşam enerjisi verirken, etrafınızdan kendinizle ilgili olumsuz bir yorum duyduğunuzda karalar bağlıyorsunuz. Bir iş yaptığınızda birilerinden "bu iyi olmuş" cümlesi duymazsanız bir yanınızı eksik hissediyorsunuz, becerilerinizden şüphe duyuyorsunuz... İşte "onay ihtiyacı" başlığı altında toplayabileceğimiz bu tip durumlar, modern insanın üzerindeki stresin en büyük kaynaklarından birisi.

Peki, bir insan neden sürekli onaylanma ihtiyacı duyar? Ne kadar onay beklemek normaldir ve hangi durumlar kontrolden çıktığımızın göstergesidir? Kendinden şüphe eden, başkalarının “evet”ine ihtiyaç duyan yapıdaki karakteri oluşturan taşlar nerede aramalıdır? Öncelikle bu sürecin çocukluktan başladığını vurgulamak önemli.

Şöyle bir düşünün. Kendi çocukluğunuzu, anne babanızı ya da bakımınızı üstlenen ebeveynlerinizi, ilişkilerinizi, onların birbiriyle ilişkilerini düşünün. Bir danışanımla terapiye başladığımda; öncelikle çocukluk ve gençlik öykülerini alırım. Bugünkü duyguları, bakış açıları, yorumları, dolayısıyla davranışlarının temeli o günlerde atıldı çünkü. Bu soruyu ilk sorduğumda “İyiydi ilişkilerimiz, annem babamla sorunum yok” deseler de; ayrıntılara girdiğimizde her şeyin temelinin o günlerdeki travmalarına dayandığını fark ederler. Yaşamları boyunca kendilerini onaylamayan ebeveynlerinden onay beklediklerini, hep bu eksikliği tamamlamaya çalıştıklarını fark ederler. Siz de bir düşünün…

Anne-babaların çocuğun davranışlarına olan tepki biçimleri, sözleri, dokunuşu, beden dili, ses tonu, mesafesi, gözlerindeki ima; yetişkinlik döneminde kişinin büyük özgüven eksikliğine sahip olmasına yol açıyor. Anne-baba, çocuk için fevkalade önemli birer aynadır. Bir düşünün…

Peki ne yapmalı? Olumsuza odaklı, eleştirel ya da başımıza bir hal gelecek diye sürekli korumacı ve müdahaleci davranmış ebeveyniniz sizin bundan nasıl etkilediğinizden haberdar mıydı? Kendisi de yaşamını onay alma çabasıyla geçirmemiş mi zaten? Ne biliyorsa onu uygulamamış mı? Daha iyisini, doğrusunu bilse bunu yapmaz mıydı? İşte döngünün kırıldığı nokta budur! Ebeveyn olarak biz neyi doğru biliyorsak, onu yaptığımız gibi ve çocuklarımıza “senin iyiliğin için” diyorsak; bizim ebeveynimiz de aynısını yaptı. Her şey bizim iyiliğimiz içindi. Onlara kızgınlık, kırgınlık yaşamanın gereği var mı şu aşamada? Bırakın gitsinler! Sizin artık kendinizi onaylama zamanınız gelmiştir. Sen kendi varlığını, değerini, önemini, biricikliğini fark et. Başka da kimseden bunu bekleme!! Bunu yaptığınız an, özgürsünüz ve kendi hayatınızı yaşamaya başlamışsınız demektir.

Şimdi Çocuğumu Onaylama Vakti…

Durum böyleyken, artık çocuklarınızın onaylanmasının ne kadar önemli olduğunu kavramış olmalısınız. Onlar da bu çetin “kendine kavuşma savaşını” veriyorlar şuan.. Sen duy! Sen onayla çocuğunu! Onun farklı bir birey olduğunu kabul et! Kendi yapamadıklarını ona empoze etmeye çalışma! Tutturmuşuz dersler, başarı başarı. Önce sen başar! Çocuğuna “Ne yaparsan yap seni seviyorum. Benim tepkim olumsuz davranışlarına” mesajını ilet. Bunu unuttuğumuz için çocuklarımız, bizim onları istediğimiz gibi olmazlarsa, sevmediğimizi düşünüyorlar. Kendisiyle barışık, kendi değerinin farkında, hem olumlu hem olumsuz özellikleriyle kendini olduğu gibi kabul edebilen, değişimin ancak bu şekilde mümkün olabildiğini görebilen çocuklar yetiştir…

“Bir öğretmen, bir çocuğun elinden tuttu, onunla ilgilendi ve çocuk tamamen değişti.” hikâyesini bilirsiniz. Tıpkı “Her Çocuk Özeldir” filminde olduğu gibi. Tavsiye ederim izlemenizi. Bir çocuk vardır; yaramaz, sorumsuz, ders çalışmaz, özel öğrenme güçlüğü olan bir çocuk. Ailesi onu duymaz, anlamaz, onaylamaz ve çocuk hep örselenir. Bir öğretmen gelir ve çocuğu duyar, önemser, değer verir, onu önce onaylar, olduğu gibi kabul eder. Çocuğu değiştirmeye çalışmaz. Eleştirmez, suçlamaz. Yeteneklerini fark eder ve onları destekler. Ve nasıl oluyorsa çocuk değişir. Rahatlar, iç huzura kavuşur ve yaşamı anlam kazanır. Bu sadece filmlerde bir kurgudan ibaret midir? Bunun gerçek yaşamda yapılabildiğini görmüş ya da duymuş olmalısınız. Sihirli cümle nedir? “Öğretmen çocuğu onayladı!!”

 “İyi de hocam, benim çocuğumun yaptığı iyi bir şey yok ki! Herkesin tepkisini çekmeyi başarıyor. Okulda, serviste, akrabaların evinde… Artık insan içine çıkmak istemiyorum. Benden nefret ediyor biliyorum. Beni mutsuz etmek için elinden geleni yapıyor. Bıktım artık. Kendi çocuğumdan bıktım…” Bu cümleler, daha dün bir ebeveynin ağzından gözyaşlarıyla döküldü.. Üzülmemek elde değil. Bir anne olarak, başka bir annenin bu kadar acı çekmesine mi üzülmeli, yoksa çocuğuna bu kadar yabancılaşmasına mı, yoksa çocuğunun ihtiyaçlarının farkında olmamasına mı? Bilemedim… “Çocuğunuzun güzel özelliklerini sayabilir misiniz?” dediğimde; durdu, gülmeye başladı. Bilmem dedi... Burası sözün bittiği yer sanırım…

Kendisine ödev verdim. “Çocuğunuzun yaptığı olumsuz davranışları görmeyin. Eleştirmeyin, suçlamayın, hakaret etmeyin, dövmeyin. Her gün çocuğunuzda övebileceğiniz üç tane davranış gözlemleyin. Gördüğünüz an, memnuniyetinizi, onayınızı iletin… 2 hafta sonra tekrar gelin.” Bu şekilde, hayatını kendine ve çocuğuna işkence haline çeviren ne kadar çok ebeveyne yardımcı olduğumu hatırlamıyorum. Çok basit aslında değil mi? “Olumsuzu değil olumluya odaklan ve geri bildirim ver” Şifre bu!!

Onaylamak derken; yaramazlığı, kötü davranışları, kötü sözleri onaylamaktan bahsetmediğimi anlamış olmalısınız. Herkesin güzel yaptığı şeyler vardır. Bunları görmeyip, zaten yapması gereken bu derseniz ve sadece hatalar üzerinde durursanız, çocuğunuz güzel yaptığı şeylerden de vazgeçer. Stresli olur, atarlanır, saldırganlaşır, kaygı ve korkuları olur, depresyona girer, yaşamının anlamını yitirir, yalnızlaşır. Neredeyse bir hiçliğe düşerler; bu hiçlik çoğu kez depresyonun çekirdeğini oluşturur. Kara deliğe benzer bu hiçlik hissi sonucunda; ölçüsüz alışveriş, rastgele seks, alkol, madde kullanımı, oburluk, aileye yüz çevirme, yine ölçüsüz bir dış görünüş tutkusu, bu kara deliğin acısına tahammül etmek için farkına varmadan seçilen başa çıkma, avunma yöntemleridir. Hangisinin seçildiği ise yakın çevre, popüler kültürün sunduğu modeller, medya figürleri, akran gruplarının normları gibi unsurlara bağlıdır.

Hiçbir Şey İçin Geç Değil!

Anne babalarımız gibi, idealimizdeki çocuğu yetiştirmeye değil, dünyaya getirdiğimiz bu savunmasız varlığı, olduğu gibi kabul edip güzelliklerine güzellik katmayı hedefleyelim. Açmamış tomurcukların laleler, karanfiller, güller, papatyalar, menekşeler olmasına yardım edelim, destekleyelim. İlla gül olacak diye ısrar etmeyelim.. ÇOCUKLARIMIZI KOŞULSUZ SEVELİM!

Tüm çocuklarımızın kendi içindeki cevherle, güzellikle yaşayabilmesi dileğiyle... Sevgiler…

Güzide TÜRKYILMAZ

 

Bu makale 20 Mart 2019 tarihinde güncellendi. 0 kez okundu.

Yazar
Uzm. Kl. Psk. Güzide Türkyılmaz

Merhaba. Güzide Türkyılmaz ben. Benden destek almaya ya da almamaya karar vermenize yardımcı olmak adına, size biraz özgeçmişimden bahsetmek istiyorum. İlk ve ortaöğretim yıllarımı, doğum yerim olan Milas’ta tamamladım. 2001 yılında Gazi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık Lisans programından Bölüm 1.si ve Fakülte 2.si olarak mezun oldum. Fakültede 10’a yakın tiyatro gösterisinde yönetmenlik ve oyunculuk yaparak bahar şenliklerinin gerçekleştirilmesinde öncülük yaptım. Dolu dolu bir lisans dönemim oldu. Mezun olduğum yıl, Gazi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık Yüksek Lisans Programına başvurdum ve aynı zamanda Milli Eğitim Bakanlığına başvurarak Ankara’ya atandım. O yıllarda atandığım lisede bir yıl çalıştıktan sonra, Çubuk Rehberlik ve Araştırma Merkezinde kurucu müdürlük yaptım. 2004 yılında Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Ensti ...

Yazarı sosyal medya'da takip edin
instagram
linkedin
facebook
youtube
Etiketler
Evlilik
Uzm. Kl. Psk. Güzide Türkyılmaz
Uzm. Kl. Psk. Güzide Türkyılmaz
İzmir - Psikoloji
Facebook Twitter Instagram Youtube