Ergenlerde sakinleşmek için keserek zarar vermenin anlamı

Ergenlerde sakinleşmek için keserek zarar vermenin anlamı

ERGENLERDE SAKİNLEŞMEK İÇİN KESEREK KENDİNE ZARAR VERMENİN ANLAMI

“SAKİNLEŞMEK İÇİN KESİYORUM!”

Freud 1895’te yazdığı “Kaygı Nevrozu” başlıklı makalede güncel nevrozlarla psikonevrozları birbirinden ayırmıştır. Makalede, somatik cinsel heyecanlarla, bilinç dışındaki cinsel tasarımlar arasındaki ilişkinin bozulduğundan bahsedilmektedir.1926’daki kaygı kuramında ise; kaygının iki şekilde açıklanabileceği gösterilmiştir. Travmatik etkinin direkt olarak kişide etki uyandırması sonucunda güncel nevrozlar oluşur. Bir diğer açıklamada ise kaygı, bir sinyal olarak algılanmakta bu da psiko-defans nevrozunu açıklamaktadır. Nevrozda Eros’un sesi yükselirken güncel nevrozlarda ölüm dürtüsünün sesi vardır ve birey sakinleşmeye ihtiyaç duyar. Ruhsal dünyanın fazla yüklenmesi, taşması sakinliği ortadan kaldırmaktadır. Sakinleşmek bedeni korumakta ve somatik bozulmayı engellemektedir.

Konuya kendine zarar veren bireyler açısından bakıldığında sakinleşme açlığı içinde bulundukları söylenebilir. Her biri aynı zamanda “içlerinde kopan bir fırtınadan”, “sürekli dalgalanan duygulardan” bahsetmektedirler. Freud’un 1938’de yeniden ele aldığı duygulanım kuramında, duygulanımlar üç yol izlemektedir: ya bastırılırlar ya kaygıya ya da tam tersi duygulanımlara dönüşürler (Freud, 1938). Bir duygulanım kaygıya dönüştüğünde, yaygın kaygı, güncel nevrozların habercisi olmaktadır. Bu kitaba konu olan ergenlerin de, Freud’un tanımladığı bu yol ayrımındaki gibi, kesme davranışının ardındaki yola hangi nedenlerle girdikleri, neden bastıramadıkları, onları anlamak için önemli soruları oluşturur. Bu ergenler sakinleşememekte, kendilerini sakinleştirememektedirler. Dolayısı ile sakinleşmeyi engelleyen ilk malzeme, yaşantı anı ya da o andaki duygulanımlar bütünün ne olduğu önem kazanmaktadır. “Kendini sakinleştirme” ile ilgili çalışmalar, özellikle 1970’lerde Paris Psikosomatik Enstitüsü içerisinde başlamıştır. Bu kurumun üyelerinden ve “kendini sakinleştirme” yöntemlerini klinikte fark edip ilk kez kavramsallaştıran Michel Fain 1971’de uykusuz bebekler için özel tipte sallamalara dikkati çeker ve bu tarz sallamaları sakinleştirici bir yol olarak tanımlar. Anne bitkindir ve bebek uyumamaktadır. Freud, “Cinsellik Üzerine Üç Deneme”de gerilemeyen (regression) bebekten bahsederken sallamanın erotik yanından söz edip uyarılmış çocuğu uyutmak için yapılan “sallama” eylemini anlatır (Freud, 1905). İçsel heyecanlarını kontrol etmede yetersiz kalan çocuk, ileride acilen sakinleştirici arayan bir yetişkine önüşebilir. Öte yandan Freud, her sakinlik uyandıran duygunun doyum getirmediğinden söz eder. Benlik, yalnızca kendini rahatlatma yoluna gitmektedir. Dolayısı ile içsel heyecanların yoğunlukları, hatta taşkınlığını kontrol etmenin yolu dışarıdan alınanlar ve uygulanan metotlardır. Kesme, yakma ve diğer kendiliğe yönelik yıkıcı (self destrüktif) davranışlarda olduğu gibi… Özellikle kesme davranışı, kendine zarar verme (self mutilasyon) olgusunun neredeyse tamamını kapsayan ve bu sakinleşmeye yönelik davranışları tek başına açıklayabilen bir metottur. Söz konusu bireylerin sıklıkla ifade ettiği gibi çok yoğun bir duygulanım yaşamaktadırlar; fakat bu duygulanımları bastırabilme yetileri yok gibidir. Bu halleri ile nevrotik bir örgütlenmeye sahip görünmemektedirler. Duygulanımın, kendine zarar vererek engellenmesi birey tarafından keşfedilmiştir; özellikle ergenlik döneminin başlangıcıyla yoğunlaşan bu duygulanımlarla baş etmek, duygulanımları kontrol edebilmek ve bu taşkınlığı durdurabilmek ve sakinleşebilmenin yolu ruhsal yapının dışarıdan birtakım ilkel-dışsal takviyeler almasının sağlanması ve bunun sonucu olarak kesmek, yakmak ve diğer metotları kullanarak sakinleşmeye ulaşmaktan geçmektedir. Bunların her biri duygulanımları kontrol edebilme yöntemleri olarak kullanılmaktadır. Yani burada kendine zarar verme (self mutilatif) uygulamalarının fonksiyonu; sakinleşmeyi sağlamak, benliği rahatlatmak; yoğun duygu durum taşkınlığını, çoşkunluğunu önlemek; afektif dengelemeyi, ayarlamayı yapmak; ruhsal savunma (psiko- defansif) rolü üstlenmek, beden üzerinden duygulanımla, o duygulanıma bağlı travmatik anı, yaşantı diyebileceğimiz hafıza izi arasındaki bağlantıya kısa devre yaptırıp afektif izolasyonu sağlamak, benliğin dissosiye olmasını engellemek, benliğin bütünlüğünü korumasını sağlamak ve bedenin sınırlarını korumaktır (psikotik kesmelerin fonksiyonu daha farklıdır). Kendine zarar verme (self mutilatif) davranışları her duygulanımsal taşkınlık durumunda ortaya çıkar ve en önemli özelliği sürekli yinelenmesidir. Bu davranışların yinelenme nedenleri, uygulayanların deyimiyle bağımlılık yapma nedenleri, o anda etkili ama geçici bir sakinleşme yöntemi olması ile ilgilidir. Uyuşturucu kullanımında olduğu gibi birey, hissettiği yoğun duygulanımın karşısında, bu davranışa başvurmaktadır. Kendine zarar verme davranışı, duygulanım uygulayanın kontrolüne geçene kadar, yani uyuşturucu krizine girmiş biriyle benzer şekilde, kriz anı bitene kadar sürmektedir. Bu tehlikeli davranış âdeta iç huzuru sağlayıcı bir işleve sahip görünmektedir. Psikosomatik Enstitüsü’nün üzerinde durduğu temel kavramlardan biri olan “zihinselleştirme (mentalizasyon) mekanizmasının kendine zarar veren bireylerde yetersiz işlev gösterdiği söylenebilir. Bu mekanizma, kaygı duygusu ile uzlaşma ve baş edebilme kapasiteleri ile ilgilidir. Bu durumda kendine zarar verme davranışının ortaya çıkışını ruhsal aygıtın tam anlamıyla çalışamaması ya da bu yoğun taşkın duygulanımın ruhsal aygıtın işleyişini ciddi ölçüde bozması olarak da yorumlayabiliriz. Psikosomatik hastalarla, kendine zarar veren (self mutilatif) bireylerin ayrıldığı noktalar ise, psikosomatiklerde zihinselleştirme sürecinde bir yetersizliğin varlığı, self mutilatiflerde ise afektif içsel uyaranların, ruhsal aygıtın çalışmasını bozacak kadar yoğun olması ile açıklayabiliriz. Her iki sorunsal için ortak olan durum ise zihinselleştirememe durumunun varlığıdır (dementalizasyon).Sürekli olarak içten gelen bir haykırış ve çığlıktan bahseden kendine zarar veren bireylerde, yoğun içsel acı, içten gelen öfke, şiddet duygusu ve aslında iç dünyadaki tasarımlandırılmayan ve dolayısıyla söze dökülemeyecek kadar ilksel yaşantı, travma ve bunların yarattığı hafıza izleri, ruhsal aygıtı ciddi şekilde zorlamaktadır. Bu zorlanma ve /veya bireyin yaşadığı zorlantı belki de “içeriden gelen bir gürültü” olarak ifade bulmaktadır.

Sakinleştirme yöntemlerinin yineleyici olması self mutilalif bireylerin tıpkı psikosomatiklerde olduğu gibi işlemcesel düşünceye sahip olup olmamaları ile ilişkilendirilebilir. İşlemcesel düşünceye sahip olmak, düşlemsel ve sembolik işlevlerle bağı olmayan, dürtüler ile lintisini kaybetmiş günlük düşünceleri içerir. İşlemcesel düşüncenin yineleyici tekdüze yanı, sakinleştirme yöntemlerindeki sıklıkla yineleme ve aynı yolla kaygının giderilmesine denk düşer. Kuramsal açıdan yaklaşıldığında A. Green’in dediği gibi, yaşanan tüm heyecanlar bedenden çıkar ve sonra bedene geri döner. Heyecanların hafızası, projesi, hikâyesi ve anlamı yoktur. Oysaki dürtüler, amacı, kaynağı, nesnesi, hikâyesi ve yatırımları olan malzemelerdir (D.Cupa, 2005, Paris). Bu durumda şu soru akla gelebilir: Kesme davranışında amaç heyecanları mı, yoksa dürtüleri mi kontrol altına almaya çalışmaktır?

Kendilerine zarar veren bireyler, sakinleşmek adına birtakım dışsal yöntemlere başvuruyorlarsa (self mutilasyon gibi) ön bilincin iyi çalışamaması ile ilgili bir durumun varlığı da sözkonusu demektir. M. Fain, kendini sakinleştirme yöntemlerini anti-travmatik eylemler olarak da görür. Ruhsal yaşamdaki düşlem kapasitesinin eksikliği, yetersiz ön bilinç çalışması, tasarım oluşturamama sonucunda kişi eyleme başvurarak, heyecanlarını azaltmaya çalışır. Self mutilatif bireylerde de psikosomatiklerde olduğu gibi duyulan kaygı nevrotik değil, tüm ruhsal dünyayı kaplayan yaygın bir kaygıdır. Yani kastrasyon kaygısının yerini çöküntü duygusu almıştır. Bütün self mutilatif bireylerde, zarar verme davranışlarının altında yoğun bir depresif duygulanımın varlığı dikkati çekmektedir. Bu noktada çatışma Ödipal nitelikli olmayıp, adeta ruhsal yaşamın sürekliğini sağlamaya, selfin dağılmasını önlemeye yönelik bir niteliktedir. Bu dağılma durumu karşısında benlik erotizasyondan tamamen uzaklaşmakta mıdır? Bu soru, bir sakinleşme yöntemi olarak ifade edilen kendine zarar verme davranışında, bu yoğun kendiliğe yönelik yıkıcı (self destruktive) davranışın içerisinde erotizasyonun payı ya da yoğunluğuna dair bir sorudur. Kendine zarar veren bireylerin kişilik organizasyonlarında sado-mazohistik tutumlar ve sakinleşmeyi sağlayan oldukça agresif, şiddet içerikli bir davranış – kendini kesme, yakma vs.- vardır. Dolayısı ile self mutilatif davranışlarda erotizasyonun olmadığını ve selfin sakinleşme sırasında ondan arındığını söyleyemeyiz. Yineleyici davranışlarla, kontrol altına alınan heyecanlarla beraber, ikincil süreçlerin bozuk olarak ilerlediği söylenebilir.

Birey sakinleşmek ve bu yoğun heyecansal durumu kontrol altına almanın tek yolu olarak kendine zarar vermeyi devreye sokmaktadır. Bu durum, özellikle sürekli yineledikleri, “Kesmek o anda başvurabileceğim tek şey” ifadesi ile anlaşılabilir. İlkel ve regresif nitelikli bir baş etme yöntemi olan kendine zarar verme ile yani ancak bu söz öncesi ifade ile sakinleşilmekte ve benlik bütünlüğü korunabilmektedir. Sakinleşmenin yanında bunun heyecan verici olduğunu, zaman zaman da hem ihtiyaç gideren hem de haz veren bir yanı olduğu yönündeki ifadeler iki farklı duruma işaret etmektedir: Sakinleştiren ve aynı zamanda zevk veren, doyum sağlayan bir davranış. Öyle ise ihtiyaç, arzudan farklı bir durum olmasına rağmen nasıl olur da bir davranış hem ihtiyaç olarak tanımlanıp hem de bunun bir doyum sağladığından söz edilir? Bu durumun açıklaması, yani zevk olarak ifade edilen; sakinleşmenin, self koruyucu işlevinin getirdiği rahatlamanın doyum sağlayan özelliği olarak yapılabilir. Kendine zarar verme davranışının öncesinde çok şiddetli bir duygulanım yaşanmaktadır, ardından zarar verme uygulaması ile elde edilen rahatlama ve bu rahatlamanın verdiği doyumdan sözedilmektedir. Acı çekerek ve ardından rahatlayarak ortaya çıkan bir sakinleşme hâli söz konusudur. Yani acıyı yine bir acıyla ortadan kaldırma durumu, bu hali ile, tam bir sado-mazoşistik durum mevcut görünmektedir. Gillibert, kendini sakinleştirmeden “oto-sadizm” olarak bahseder (J. Gillibert, Paris, 1977). Bedende yaşanan, sıradan kendine yönelmiş sadistik bir dürtü değildir. Burada kişinin kendi bedenine ve selfine hâkim olabilme çabası sözkonusudur. Bu bir nevi “nesnesiz sadizm” olarak açıklanabilir. Bu durum için Gillibert kafasını duvara vurarak uyuyan çocukları örnek verir. Self mutilatif davranışlarda da, sıkıntı, öfke ve buna benzer yoğun duygulanımlar karşısında birey kafasını duvara vurarak, bedenine zarar verir ve bunu rahatlamak ve başkasına zarar vermek istememek olarak açıklar. Ancak en önemlisi bunu rahatlamak için yaptığını söylemesidir. Kişinin kendisini, zarar verme davranışı ile sakinleştirmesi, zevk almak adına yapılmaz ve yaşanan boşalım arzuya ait değildir ve doyumdan da bahsedilmez. Bireyler her ne kadar bundan zevk aldıklarını söyleseler de bunun yineleyici olması, şiddetli bir duygulanımın ardından gelmesi ve başka bir alternatifin olmaması arzunun varlığını ortadan kaldırır. Kendine zarar verenlerin zevk aldıklarını ifade etmeleri dolayısı ile de burada bir arzunun varlığını akla getiren, sakinleşmenin kişiye iyi gelmesidir. Onların arzusu sakinleşmektir. Arzu ve doyumun olmadığı bu davranışta direkt yıkıcılığın varlığının altı çizilmektedir. Bu noktada yine Gillibert’in sorgusu akla getirilebilir: “Self mutilasyon oto-sadistik mi, yoksa sado-mazohistik bir tutum mudur? Mazoşizmin ekonomik ilkelerinde Freud sadistik dürtüleri, cinsel heyecanların kas etkinlikleri ile gerçekleştirilmesi olarak açıklar. Oysa oto-sadistik davranışlarda zihinselleştirmenin karşıtı bir durum söz konusu olup sado-mazoşizm doyumu burada yoktur.

Diğer önemli bir nokta, annenin kendi içsel yöntemlerini bebeğine ödünç vermesi ile bebeği her tür travmaya karşı koruduğunu ifade eden ve annenin kapsayıcı işlevinin önemine değinen Bion’un söyledikleri dikkate alındığında kendine zarar veren ergenlerin annelerinin kendilerini sakinleştirme yetersizlikleri yaşayan ve sakinleşmek için dışsal gerçekliğe başvuran kişiler olduğu söylenebilir. Kliniğe başvuran ergenlerle yapılan görüşmelerde, annelerinin geçmişte ihtihar girişimleri olduğu, bir sorunla karşılaştıkları zaman kendilerine vurdukları ya da kafalarını duvara vs.ye vurmak suretiyle kendilerine zarar verdikleri ifade edilmektedir. Anne ve babaların bir kısmında alkol ve madde kötüye kullanımının da mevcut olduğu dolayısı ile bu ergenlerin ebeveynlerinin de kendilerini sakinleştirebilme kapasiteleri ile ilgili yetersizlikler yaşadıkları ve doyum yerine ihtiyaç giderdikleri söylenebilir. Annenin erken dönem kapsayıcılığındaki sorunlar ve emosyonlara karşı kalkanlarının zayıflığı ve bunu bebeğe ödünç verememesi, bebeğin ileride, ergenlik ve yetişkinlikte kendi yöntemleri ile başının çaresine bakması ve kendisini sakinleştirmek için yıkıcı ya da, zarar verici yollara da başvurabilmesi anlamına gelmektedir. Ruhsal bağın kurulamadığı anne-çocuk ilişkisinde, kendini sakinleştirme yöntemleri ile “davranış” temel alınarak korunmaya çalışılır. Sözkonusu bireylerin ailelerinde duygulanımlara karşı ruhsal işleyiş, dışa vurum (acting out) ile sağlanır. Annenin sakinleştirici tutumu yeterince içselleştirilemediğinde (davranışsal ve ruhsal olarak),kendini sakinleştirme bebek tarafından ruhsallık yerine, çevresel gerçeklikte aranmaya başlanır. Bu durum dürtüsel anlamda fakirleşmeye neden olur ve içsel kaynakları kurutup kişiyi dış gerçekliğe yöneltir. Kendini hareketlilik ve harekete başvurma olarak gösteren bu durumun ergenlikte yoğunlaşması, püberte öncesi yaşanan durgunluğun basıncını arttırması olarak yorumlanabilir. Yaşanan emosyonel ve dürtüsel yoğunluğun etkisi ile kendiliğe yönelik yıkıcı (self destructive) davranışlar ortaya çıkar. Kendini sakinleştirmeyi öğrenememiş olan çocuk ergenlik ve yetişkinlikte gerek madde kullanımı ile gerekse de kendine zarar verme davranışları ile kendini sakinleştirmeye çalışır. Terapilerini sürdürdüğüm, okul başarılarının yüksek olduğunu gözlediğim ergenler, kesme davranışına başvurmadan önce adeta kendilerini heyecanlara karşı kapatıp entellektüalizasyonu yoğun olarak kullanmaktadırlar. Kesme davranışlarının başlamasının ardından ise okul başarılarının önemli ölçüde düştüğü ve sosyal ilişkilerinin zayıfladığı görülmektedir. bu durum bize dışarıdan gelen heyecanların minimuma indirgenmeye çalışıldığını düşündürmektedir. Self mutilatif
yetişkinlerde ise kendine keserek zarar vermenin yerini psikosomatik şikâyetler almaktadır. (özellikle yoğun baş ağrıları ve migren atakları gibi). Bu duruma çarpıcı bir örnek olarak, bu kitapta incelenen Lara adlı vakanın, hastanede kendisine projektif test uygulanırken söyledikleri verilebilir. Lara, bir anda düşüncelerinin belini ağrıttığını söyleyerek adeta beli ağrıtan, bedene yansıyan düşüncelerden bahsetmektedir. 

Yine diğer bir örnekte başka bir ergen kesme davranışlarının sonlandığı noktada ardından ortaya çıkan yoğun migren ataklarından özetmektedir. Kesme davranışının yerini psikosomatik şikayetler almaktadır. Kesme davranışı, somatizasyona dönüşmektedir. Nitekim kendini sakinleştirme, ruhsal olarak gerileyemeyen (regrese olamayan) kişilerin, davranışsal düzeye gerilemesi olarak değerlendirilebilir.

Önemli bir nokta, madde ve alkol kullanımının, self mutilatif davranışlardan ayrılan yanı ile ilgilidir ve psikosomatik hastalardaki oto-erotizme daha yakın özellik göstermektedir. Kullanılan alkol ve madde türleri, bebeğin emziğinin, oto-erotik işlevi gibidir. Çocuğun kendi başının çaresine bakması, yalancı bir gerçeklikle (yalancı emzikle) sakinleşmeyi denemesi söz konusudur; anne yerine geçen ama nesne olmayan bir şey mevcuttur. Dolayısı ile geçmişteki anne-çocuk ilişkisinde yeterince gelişememiş olduğu için bir uyarı kalkanı görevi üstlenen alkol ve maddenin kullananlar açısından önemi de daha iyi anlaşılabilmektedir. Sağlıklı bir anne bebek ilişkisinde oluşan uyarı kalkanları bir süzgece sahip olarak ve yoğun emosyonel durumlarda benliği korumaya yönelik olan işlevselliği ile yapay uyarı kalkanlarından ayrılır. Kendine zarar verme davranışları olarak ortaya çıkan durumlarda ise herhangi bir geçirgenliği olmayan, “beyni koruyan değil adeta kapatan” bir özellik gösterir. Dışsal gerçeklikten sağlanan sakinleştirme yöntemlerinin doyumsal tarafı yoktur ancak dikkati çekilmesi gereken önemli bir nokta self mutilatiflerde nesneye yatırımın madde ve alkol bağımlılarına göre daha fazla oluşudur. Psikosomatik hastalıklarla ilgili klinik çalışmacıların vurguladığı sakinleştirme yöntemleri (sallanma, aşırı hareketlilik gibi), nevrozlunun nevrotik semptomlarının bireyi kastrasyona karşı koruyan etkileri gibi kendisini sakinleştirme de somatizasyonda kaygıya karşı aynı işe yaramakta, self mutilatif bireylerde ise kesme, yakma vb. gibi tüm mutilatif davranışlar yoğun emosyonel uyaranlara , yaşanan yoğun duygulanımla, travmatik anı izleri ve olaylar arasındaki bağlantıyı kesmeye yarar görünmektedir. Annenin işlemcesel düşüncesi, düşlem eksiklikleri ve yetersizlik duygularının sonucunda çocuğun kendisini sakinleştirme düzeneklerine başvurması bunların yinelenmesi (self mutilatifler keserler, yakarlar ve belli bir ara verip yeniden devam ederler. Bunu yıllarca sürdürebilirler. Sürekli harekete başvurarak yaşadıklarını hisseden ve ölmediklerini kanıtlayan kendine zarar verenler, içsel kaynakları gelişip sakinleşmek için gerçekliğe başvurmaya gerek kalmayana kadar kendilerine zarar vermeye devam edebilirler.

Çocuklukta travma yaşamış ve/veya travma yaratabilecek bir aile ortamındaki kişilerin çeşitli impulsif davranışlarının yanında kendilerine dönük yıkıcı davranışlarına rastlanmıştır (Van der kalk, 2005). Bu erken yaştaki ilişkisel dokunuşlar beynin yapısal gelişimini olaylaştırır (Fonagy, 2002; Schore, 1994). Pozitif emosyonel tecrübeler veya negatif emosyonel tecrübeler (separasyon veya bakım verenin kaybı veya diğerleri). Küçük yaşta, bakım verenlerle yaşanan negatif tecrübeler beynin yapılanmasını geciktirir ve çatlaklar yaratır. Daha sonraki yaşamda bireyin beynin fonksiyonel kapasitesini sınırlandırır. Emniyetli ve kolaylaştırıcı çevre, dış dünyadan gelen ilişkilerdeki emniyetli dokunuşlar ve çeşitli çocukluk çevreleri yaratıcılık ve güvenlik duygusunun devam etmesini ve yaşanan sıkıntı süresince
bunu dengelemek ve ötekilerle ilişkinin sürdürülebilmesini sağlar (Fonagy, 2002; Schore, 1994)

Kendine zarar verme davranışının gelişiminde birçok içsel faktör rol oynamaktadır. Erinlikte (püberte) başlayan bu davranış, depresyon, kaygı, endişe (anxiety), yeme bozukluğu, zayıf dürtü kontrolü, düşük benlik değeri yaşayan ergenlerin çocukluklarında da genelde travma veya ihmal edilmişliğe maruz kaldıklarını ortaya koymaktadır (Conterio & Lader 1998; Farber 2000; Hodgson 2004; Nock & Prisstein 2005; Stare & Sias 2003; Walsh & Rosen 1988).

Putnam, 1999 yılında yatarak tedavi gören kendine zarar veren hastalarla ilgili olarak tanımlamaları ortaya koyar: 
1) Kendine zarar verme davranışının bireydeki birinci fonksiyonu duygulanım modülasyonudur. Bu afektler genel ya da özel olabilir. Korku, sinirlenme, utanmak, intihar düşünceleri gibi.

2)Yanlızlık, afektif ayarlamalarla ilgilidir. Boşluk ve izolasyon duygusu gibi.

3)Cezalandırma. 

4)Diğerlerini etkileme.

5)Etkileyici, büyülü kontrol.

6)Kendini dürtme, uyandırma (Özellikle madde kullananlarda).

Brown ve Linehan (2002), bu faktörlere benzer göstergeler elde etmişler ve onların örneklem grubu kendilerine zarar veren 75 kadındır. Bu kadınların en çok tekrar ettikleri ifadeler aşağıdaki gibidir:

“Kötü hissi durdurmak,

Yalnızlık hissi ile baş etmek,

Boşluk ve izolasyon duygularını gidermek,

Zihindeki berbat durumdan kurtulmak için” yaptıklarını dile getirmektedirler. Kadınların %63 gibi yüksek orandaki kısmı, kendine zarar verme davranışını kendilerini cezalandırma ve öfke duyguları ile bağlantılandırmışlardır.

Bu makale 19 Mart 2019 tarihinde güncellendi. 0 kez okundu.

Yazar
Uzm. Psk. Fatih Sönmez

Etiketler
Kendine zarar verme davranışı
Uzm. Psk. Fatih Sönmez
Uzm. Psk. Fatih Sönmez
İstanbul - Psikoloji
Facebook Twitter Instagram Youtube