Çağımızda özellikle sanayileşmiş ülkelerde, yaşam tarzının giderek hareketsiz hale gelmesi, beslenme alışkanlıklarının kötü yönde değişmesi ve hazır gıda tüketimi nedeniyle giderek artan bir sendromdur. Yeni Dünya Sendromu, Sendrom X, İnsülin Direnci Sendromu, Koka-Kolanizasyon, Uygarlık Sendromu ve Ölümcül Dörtlü gibi ilginç isimlerle de adlandırılmaktadır.
Metabolik sendromun en yaygın kabul gören tanımlama kriterleri şunlardır:
-Abdominal obezite: bel çevresi erkeklerde >94 (veya >102) cm, kadınlarda >80 (veya >88) cm,
Trigliserid yüksekliği (≥150 mg/dl),
HDL kolesterol düşüklüğü (erkeklerde<40 mg/dl, kadınlarda <50 mg/dl),
Kan şekeri yüksekliği (açlık plazma glukozu ≥100 mg/dl),
Kan basıncı yüksekliği (≥135/80 mmHg)
Bu kriterlerden herhangi üçünün bir kişide bulunması metabolik sendrom olarak kabul edilir.Uluslararası Diyabet Federasyonunun tanımlamasında bu üç kriterden birinin mutlaka abdominal obezite olması şartı vardır.
Türk Kardiyoloji Derneğinin yapmış olduğu TEKHARF (Türk Erişkinlerinde Kalp Hastalığı ve Risk Faktörleri) taramalarında, Türk erkeklerinin % 44' ünde Metabolik Sendrom mevcut olup, en sık 40-49 yaş grubunda görülmektedir. Türk kadınlarının % 56' sında Metabolik Sendrom mevcut olup, en sık 60-69 yaş grubunda görülmektedir.
Metabolik Sendrom her 8 Türk yetişkininden 3' ünde bulunmaktadır. Türk halkında karbonhidrata dayalı beslenme alışkanlığı ve fiziksel aktivite azlığı nedeniyle çok sık görülmektedir. Metabolik Sendrom bireylere yaşdan bağımsız olarak % 71 boyutunda ek bir koroner risk katmaktadır. Türk toplumunda Koroner Kalp Hastalığı tanısı konmuş bireylerin % 53'ünde Metabolik Sendrom mevcuttur.
Temel olarak metabolik sendrom, insülin direnci zemininde gelişen ve çok sayıda faktöre bağlı olan bir hastalıktır. Bunlar arasında genetik yatkınlık, modern yaşamın getirdiği hareketsiz yaşam, yüksek kalorili beslenme başlıcalarıdır. Tıbbi anlamda ise, hücre içinde yağ depolanmasının dengelenememesi ve gereğinden fazla beslenmiş yağ hücrelerine sahip bireylerin adeta yağdan zehirlenmesi anlamına gelir.
Yağ depolanmasını yöneten temel hormon leptindir. Obez bireylerde yağ dokusundan salgılanan leptin düzeyleri artarak, gereğinden fazla bulunan lipidler okside etmeye çalışır. Leptin eksikliği bu koruyucu sistemi engeller ve bu durum yağların aşırı birikimi ile sonlanır. Özellikle panreasın insülin salgılayan hücreleri ve kalp kası hücreleri bu birikimle hasara uğrayarak Tip 2 diabet ve kardiyomyopatiye kadar giden sürece girerler.
Metabolik sendromun en önemli bileşeni abdominal obezite, yani karın içerisinde yağ birikimidir. Bu durum insülin direncinin en önemli kriteridir. Visseral, yani iç organ yağ dokusu adbominal obeziteden sorumlu olup, salgılarını doğrudan karaciğere gönderirler. Cilt altı yağ dokusu ise hormonları genel dolaşıma verir. O nedenle artık yağ dokuları da birer endokrin organ olarak kabul edilmektedir. Yağ dokusundan salgılanan ve adipokin denen hormonlar arasında insülin direncine neden olanlar, lipid metabolizmasını etkileyenler, kan basıncını etkileyenler en önemlileridir.
Metabolik sendrom temel olarak bir kardiyometabolik risk faktörleri grubudur. Kan kolesterolünün yüksekliği ise metabolik sendromun bir elemanı olmamasına rağmen, kardiyovsküler hastalıklar için major risk faktörüdür. Bu nedenle, metabolik sendrom tek başına kardiyak riski belirleyen bir tanım değildir. Metabolik sendromu oluşturan bir çok patolojinin kökeninin insülin direnci olduğu kabul edilmektedir. Oysa insülin direnci de, aşırı yağ birikimi de vücudun kendini korumaya dönük adaptasyon çabasının sonucudur. Vücut kendini genetik yapısına uygun olmayan hatalı yaşam biçimine karşı korumaya çalışırken metabolik sendrom gelişmektedir.
Genetik özelliklere eklenen çevresel faktörlerin ve kötü beslenmenin etkisi ile ortaya çıkan bir hastalık olan metabolik sendromda tedavinin ilk basamağı yaşam tarzının düzenlenmesi olmalıdır. Amaç diyabet ve kardiyovasküler hastalıkların önlenmesidir. Uygun bir beslenme ve egzersiz programı ile kilo kaybı, metabolik sendromda görülen tüm bozuklukları düzeltici etki sağlar. Bu yaklaşımla, genel ve kardiyovasküler ölüm riskinin azaltılabileceği gösterilmiştir.
Metabolik sendromlu hastaların sigara ve alkol kullanmaları kardiyovasküler, metabolik ve hepatik komplikasyonları arttırır. Bu nedenle, yaşam tarzı değişiklikleri yanısıra sigara ve alkolün bırakılması da hayati önemdedir. Yaşam tarzı değişikliklerinin yetersiz kaldığı durumlarda ilaç tedavisi gerekmektedir. Yağ metabolizmasını düzenlemek için verilen ilaçların amacı LDL kolesterolü ve trigliseridi düşürmek, HDL kolesterolü yükseltmektir.
Metformin gibi bazı ilaçların insülin direncini azaltıcı etkileri vardır. Ancak, kan şekeri normal olan bireylerde yalnızca insülin direncini azaltmak amacıyla ilaç tedavisi henüz önerilmemektedir. Rimonabant adlı yeni bir ilacın kullanımı ile kilo kaybı ve metabolik parametrelerde düzelme olduğu görülmüştür. Ancak psikiyatrik yan etkileri nedeniyle bu ilaç piyasadan geri çekilmiştir.
Metabolik sendromlu hastalarda hipertansiyona yönelik tedavinin kan basıncını kontrol etmesi, hedef organ hasarını önleyebilmesi, metabolik parametreleri olumlu etkilemesi veya en azından olumsuz etkilememesi beklenir. Damar tıkanıklığına ilişkin komplikasyonları önlemek amacıyla riskli hastalarda düşük doz (günlük 75–100 mg) aspirin önerilir.
Bütün bunların ötesinde, ciddi metabolik sendromun, gıda alımını kısıtlayan ve ince barsakların bypasslanmasını içeren cerrahi yöntemlerle etkin bir şekilde tedavi edilebileceği ilk kez 2011'de Uluslararası Diabet Federasyonu tarafından kabul ve ilan edilmiştir. Kabul edilen dört metabolik ameliyat mide bandı, sleeve gastrektomi, Roux-en-Y gastrik bypass ve biliopankreatik diversiyondur.
Op.Dr.Murat Üstün tarafından hazırlanmıştır. Ancak kaynak belirtilerek ve link eklenerek alıntı yapılabilir.