Diyet, rejim...ilk akla gelen bu oluyor. Katı ve dengesiz diyetlerin çıkış ülkesi ABD'nin nedense çoğu obez. Listeye bağımlı kalmaya, sürekli önerilen yiyecekleri bulmaya çalışmak, yasaklar, yemek ve zayıflayamama endişelerinin gün boyu beynimizde açlık duygusunu körükleyecektir. Kısıtlı yiyecekler bir süre kilo vermemizi sağlayacak ancak bir süre sonra beyin kıtlık var sinyali ile metabolizmayı düşürecektir. Bu nedenle az yemeye rağmen kilo verememe, enerjide düşme, yorgunluk, halsizlik, mutsuzluk başlayacak ve kısır döngüye girilecektir "su içsem yarıyor sendromu"
Oysa yeni doğan bebeğin yemek alışkanlığına bakarsak; metabolizması ve gereksinimi kadar yemek talep ettiğini görürüz. Büyüdükçe dayatmalar, alışkanlıklar, damak tadı, stres faktöründe sığınmalar sonucu yanlış beslenme biçimleri gelişmektedir.
Genetik, cins,yaş, hastalıklar ve yaşam biçimine bağlı olarak metabolizma farklı olacağından bedeni dinlemek önemli. Eminim hepimiz gıdaların kalori ve besin değerlerini biliyoruz. Amaç herşeyden, doğru oranda, dengeli yemek. 3, 4, 6 öğün diye bir dayatma olmamalı. Açlık hissi olmadan yenen yemeğin tadı olmayacağı gibi kan şekerinde aşırı düşüşlere neden olan açlık diyetlerine ve ardından gelen yeme krizlerine de izin vermemek gerekir. Bu amaçla beynin kontrol mekanizmalarını kullanmak ve bilinçaltında ki öğretileri düzeltmek ilk adım olmalıdır. Bilinçaltı, metabolizma ve hormonal dengemiz düzene girdiğinde, stresle tetiklenen yeme dürtüsü kontrol altına alındığında sağlıklı ve barışık olduğumuz bir görüntümüz olacaktır.
Önerim; hipnozla bilinçaltındaki yemeğe dair şartlanmaları düzeltmek, biorezonansla hormonal, metabolik dengeyi sağlamak, ozonla metabolizmayı hızlandırmak. Hareketi (her canlının canlılık belirtisi olan) artırmak...