Anadolu gerçekten de sadece kültürel uygarlıkların beşiği olmanın dışında ‘’ana’’lık sıfatını hakkediyor mu sizce de? Peki,size kulağa hayli iddaalı gelecek bir savım olduğunu söylesem ve bunu en azından temel bilimsel görüşle çelişmeden yapabilecek durumda olduğumu ? Sav şudur; üzerinde yaşadığımız bu bereketli canım topraklar sadece kültürel uygarlığın değil aynı zamanda maddi yaşamın da kaynağıdır. Toprağımız bereketlidir anlayacağınız…
Yaşam veya canlılık şu temel özelliklerle karakterize edilebilinir; hayatta kalmak,rekabet etmek ve kendini üretebilmek. Yaşam evrimin bir ürünüdür,evrim için gerekli olan şey doğal seçilimdir,adı üzerinde bir seçilimden bahsediyorsak sözkonusu mekanizma hayatta kalma,rekabet etme ve kendini üretme özelliklerine sahip organizmalar üzerinden yürümek zorundadır.Yani bu türden organizmalar evrimin olmazsa olmaz ön koşullarıdır.Bilinen tüm canlıların ortak kökene sahip olduğunu ve yine bunların son derecede komplex bileşikler olduğu bilgisine de sahibiz.İşin karmaşık yanı ise şurdadır; bilinen en basit canlı organizma bile kendini üretmek ve kopyalarını mesajlar halinde sonraki kuşaklara aktarmak durumundadır.
Mevcut atomlar arasında temel olarak karbon,hidrojen,oksijen,azot,fosfor ve kükürt atomları canlılığın bileşiminde görev almaktadır. Atomların moleküller oluşturabilmesi atom-altı parçacıkların etkileşimine bağlıdır. Atomlar, elektron,proton ve nötronlardan oluşurlar,bunlardan elekriksel yük taşıyan elektronlar diğer atom ve moleküllerle bağlanır veya kopuşabilirler. Böylece iyonlar oluşur.İyon ; dışardan bir veya daha fazla elektron almış-eksi elektrik yüklüveya kaybetmiş-artı yüklenmiş atom gurubudur. Elektronların moleküller oluşturması için atomlar arasında kovalent bağlar kurulması gerekli şarttır.Bu işlemde ise kaynak,perçin görevini elektron çiftleri üstlenmiştir.
Sözkonusu işlemi ilkokuldan anımsarız;
H H=HİDROJEN MOLEKÜLÜ
H
O
H= SU MOLEKÜLÜ gibi…
Moleküllerin organik canlılığa evrilmesinin tek yolu ise atomların özellikle de karbon atomunu da içeren organik moleküller halinde örgütlenmesidir.Bu aşamadan sonraki aşama ise bir kez başarılı biçimde kurgulanan bu moleküllerin kalıtımıdır.
Bu ise karbon,hidrojen,azot,fosfor atomlarından oluşup NÜKLEOTİD denen yapılardan oluşan DNA ,yani kalıtım materyalinin şekillenmesidir.
DNA DNA
RNA
Protein dizgesi yolu ile sözkonusu canlının kalıtımı sağlanmış olur.Yani genel hatları ile biyolojik evrimin öncülü kimyasal evrimdir. Bu, böyle olmalıdır, zira, şayet bir canlıyı tıkır tıkır işleyen bir saat gibi düşünürsek elbetteki öncelikli olarak bu saatin tek tek çalışan parçalarının imalat öncesi elinizde mevcut olması gerekir.
Milyonlarca yıl önce dünyanın ilksel koşullarındaki inorganik kimyasal potansiyel kaos ortamında milyonlarca molekül yukarda değinildiği üzere önce organik moleküller halinde örgütlenmiştir. Bu ise bir organik çorba halini almıştır.Ancak bunların gerçek anlamda ‘’canlı’’sayılabilmesi için kalıtsal materyale sahip olmaları gerektiğini artık biliyoruz.Bu işlem için sisteme extra enerji yüklenmesi gerekir.Bu enerji kaynağı ilksel dünya koşullarındaki mor ötesi güneş ışığı,yıldırımlar olarak zaten bolca mevcuttur.
Çorbadaki organik moleküllerden bu enerji yüklemesi ile oluşan örneğin HİDROJEN SİYANÜR(C,N ve H içerir) metan,azot,amonyak içeren bir atmosferde üretilebilecek en basit bileşiklerdendir.Hidrojen siyanürünüz varsa bir adım sonra bundan ADENİN ve diğer nükleotidleri ve amino-asitleri kolayca üretebilirsiniz.Keza benzer biçimde C,O ve 2 adet H atomundan oluşan formaldehiti su ve karbondioksit varlığında sentezler bundansa şeker molekülleri üretebilirsiniz.
Bu mükemmel basitlik ve aynı zamanda berraklığa sahip fikir hiç de öyle adının önünde DOÇ,PROF titri olan,Nobel sahibi bilim insanlarınca değil,UREY ve MILLER adlı iki lisans öğrencisince düşünüldü ve dahası denendi. VE BİNGO!!! Gerçekten de ilksel dünya koşullarının laboratuvarda oluşturulmuş komik ve basit bir simülasyonunda kendiliğinden biçimde YAŞAM üretilmişti…
Ancak rastlantı ve deneme-sınamanın da evrensel sınırları vardır.Sınama sayısı,dünya tarihi boyunca her saniyede bir kez olacak şekilde bile olsa ilkesel olarak bu sayının evrendeki elektron sayısından düşük olması gerekir ki yukarda anılan tipte bileşikler oluşsun.Bunun içinse tek yol vardır.Moleküllerin kendi kendilerine,oto-montaj yolu ile daha üst yapılara evrilmesidir.
Kendi kendine montaj ne demektir? Örneğin bir çocuğun bir bardak su içine biraz sabun koyarak yaptığı köpük bu tür montaja bir örnektir.Sabun molekülü iki oksijen atomundan oluşan negatif elektrik yüklü bir baş ve karbon ile hidrojen atomlarından oluşan bir kuyruğa sahiptir.Kuyruktaki moleküller zayıf,kovalent olmayan bağlarla birbirine sıkıca bağlıdır ama suya bağlanmazlar(hidrofobiktirler).Kafa bölümleri ise elektrik yükleri nedeni ile suyla bağlanırlar(hidrofiliktirler).Suda deterjan çözününce moleküller kuyrukları sudan uzakta kalacak,baş kısımları ise suyla temasta olacak şekilde birikişirler.
C H
CH
CH
CH CH
CH CH
CH
H2O
Bu mekanizma nedeni ile yukardaki sistem kendi kendine ,ısı etkisi ile oluşan oto-montaja bir örnektir.Doğada kendi kendine monte olabilen inorganik bir öncül yapı olmalı ki bu yapı organik moleküller ve dolayısı ile nükleotidler ve DNA’ya yol açabilmiş olsun.Doğada en çok rastlanan oto-montaj ürünü nesne kristaller ve özel olarak da KİL KRİSTALLERİDİR.
Oto-montajın temel koşullarının tamamını kil karşılar, yani;
+Düşük veya yüksek değil optimal sıcaklıkta aktivasyon
+Yüksek derişim
+Optimal düzeyde güçlü kuvvetlerle iş yapma
+Moleküller arası kuvvetlerin tersinir olması
+Seçici olmak
İşte bu özellikler organik moleküllerin tipik davranışı ile birebir örtüşür. Bu nedenle de killer organik bileşimlere sıkıca tutunma eğilimindedir. TOPRAK da zaten bu şekilde ve yolla oluşur. Anlaşılması gereken en önemli unsur da kilin sıfır teknolojili bir madde olmasıdır. 1981 yılında Münih Üniversitesi’nde ARMIN WEISS’in smektit kristalleri üzerindeki çalışmasında bunların tıpkı DNA’ya benzer şekilde kendi kendini kopyalama yeteneği olduğu ortaya konmuştur.
Yine, MARTIN M.HANCZYC,SHELLY M.FUJIKAWA ve JACK W SZOSTAK’ın 2004 yılındaki bir çalışmasında da kilin RNA ve Hücre zarının eşleştirilmesinde kilit rol oynamış olabileceği gösterilmiştir.
Bu çalışmalar bize yaşamın kilit maddesinin inorganik kristaller olabileceğini düşündürüyor.Bu iki materyal ise FOTOSENTEZ yolu ile birleşmiş olmalıdır.Yani mineral organizmalar ilk organik molekülleri fotosentez yolu ile edinmiş olmalılar.Günümüzde de fotosentez karbon atomlarını organizmaların yapısına katmanın,bitkilerde olduğu gibi,temel yoludur.
KİL; özellikle de Fransa’nın Montmorillonit bölgesinde çıktığı için bu adı alan, asıl adı ile BENTONİT KİLİ’nin ülkemizde ORDU ÜNYE’de büyük yatakları bulunduğunu belirterek devam edelim.
BENTONİT’i bu kadar özel kılan nedir? KİLİN YAPISINA bakarsak anlaşılacaktır sanırım:
KİLİN YAPISI
Kil; kayaçların ve maden kütlelerinin yavaş aşınmasıyla oluşan, su ihtiva eden aliminyum silikatlardır. Kil mineralleri tetrahedron (düzgün dört yüzlü) ve oktahedron (düzgün sekiz yüzlü) olarak isimlendirilen kafes şeklinde kristal bir yapıda yaratılmıştır. Tetrahedronlarda, silisyum ve oksijenlerden oluşan atom grupları mükemmel bir şekil ve belli bir düzende bir araya getirilmiştir. Bu minerallerin tetrahedron tabakaları, 4 oksijen atomunun her biri bir köşeyi oluşturacak şekilde dört yüzlü geometrik bir yapıdadır ve tetrahedral oksijenlerinin diğer tetrahedral birimler tarafından paylaşılmasından ile silikat yapıları oluşur.
tetrahedral silikat Oktahedron tabakaları ise, alüminyum (Al), demir (Fe) ve magnezyum (Mg) gibi iyonların etrafında 6 oksijen ve hidroksil (OH-) iyonları olacak şekilde sekiz yüzlü geometrik bir yapıdadır yine oktahedral oksijenlerinin diğer oktahedral birimler ile paylaşılmasından alimina tabakaları oluşur. oktahedral alumina Kil mineralleri, tetrahedron ve oktahedron tabakalarının üst üste ve yan yana paket şeklinde bir araya getirilmesi ve ortak konumdaki oksijen iyonları vasıtasıyla birbirine bağlanmasıyla oluşturulur. Bu tabakalaşmada, tetrahedron-oktahedron düzeninde periyodik bir tekrarlanmayla iki tabakalı kil mineralleri; tetrahedron-oktahedron-tetrahedron düzeninde periyodik bir tekrarlanmayla da üç tabakalı kil mineralleri meydana gelir. İki silisyum tetrahedralin arasına bir alüminyum oktahedralinin girmesi sonucu montmorillonit minerali birim katmanı oluşur ve bu yapı kısaca TOT şeklinde simgelenir. Çok sayıda montmorillonit birim katmanlarının üst üste yerleşmesi sonucunda ise montmorillonit tanecikleri oluşur.