Tüp bebek (IVF) denince insanların ilk aklına gelen bir deney tüpünün içinde duran bebek olsada, aslında burada bahsedilen, laboratuvar ortamında anne ve baba adaylarından alınan üreme hücrelerinin birleştirilerek döllenmenin gerçekleştirilmesidir. Dünyanın ilk başarılı tüp bebeği 1978’de İngiltere’de dünyaya gelmiştir. Böylece üreme tıbbı açısından bir çığır açılmış ve 30-40 yıl öncesinde çocuk sahibi olması imkansız gibi görünen pek çok kişi bu yöntem sayesinde gebe kalabilmiştir. Günümüzde bu yöntem sadece gebelik için değil, bazı genetik hastalıkları bulunan çiftlerde hastalığı taşımayan embriyoların elde edilmesi, nakil gereken durumlarda genetik olarak benzer kardeşlerin gebeliğinin sağlanmasında kullanılmaktadır. Günümüze kadar yaklaşık 6 milyon bebeğin IVF teknolojisi ile dünyaya geldiği tahmin edilmektedir.
Anne adayından ilaçlar yardımıyla geliştirilerek elde edilen sağlıklı yumurtalar ultrasonografi eşliğinde toplanır ve babadan alınan spermlerle laboratuar ortamında birleştirilerek döllenmesi sağlanır. Her yumurta için 50.000-100.000 sperm alınarak aynı kaba koyulur. Aynı kaptaki spermlerden 1 tanesinin yumurtanın içine girerek döllenme işleminin gerçekleştirmesi beklenir. Daha sonra döllenmiş yumurta hücreleri bölünerek embriyoyu geliştirir. Embriyolar her gün kontrol edilerek 2-5 gün laboratuar şartlarında büyümeleri sağlanır. Daha sonra gelişen embriyolar rahim içerisine yerleştirilir.
Mikroenjeksiyon (ICSI) tedavisinde ise, standart tüp bebek tedavisinden farklı olarak her bir yumurtanın içine bir sperm özel bir mikroskop altında enjekte edilir ve embriyoların gelişimi için beklenir. ICSI genellikle şiddetli erkek kısırlığında uygulanır. Böyle erkeklerde sağlıklı sperm sayısı çok düşüktür veya menide hiç sperm olmamasına karşın, testislerden cerrahi yolla sperm elde edilir. Anne adayının yaşının 38’den fazla olduğu, az sayıda yumurta elde edilen, standart tüp bebek tedavisiyle döllenme yada gebelik elde edilemeyen çiftlerde de uygulanır.