Habitus: bir kültürel eylem kuramı ı

Habitus: bir kültürel eylem kuramı ı

Bourdieu’nun pratik kuramının gündemini belirleyen kilit bir mesele vardır: Eyleme düzenliliğini veren nedir; eylem, kurallara, normlara ya da bilinçli niyetlere itaatin ürünü olmaksızın nasıl düzenli istatistiksel örüntüler sergiler.  Düzenli davranış örüntüleri, soyut dışsal bir yapının ya da öznel bir niyetin ürünü olmadan, zaman içinde nasıl meydana gelir. Hem toplumsal eylemde gözlenen, çoğunlukla yalnızca onları hesaplayabilecek zamanı ve çabayı harcayan sosyal bilimcinin bakışına açık olan düzenlilikleri, hem de özgür, amaçlı, akıl yürüten, gündelik eylemlerini pratik bir biçimde sürdüren, yapıların tam anlamıyla farkında olmayan ya da onlar üzerine bilinçli olarak düşünmeyen aktörlerin deneyiminin gerçekliğini nasıl dikkate alabiliriz? Dahası, pratiğe ilişkin bilimsel modeller kurarken, modelin biçimsel özelliklerini gündelik pratiklerin biçimsel olmayan, yatkınlıklara dayalı dinamiğine yansıtmaktan nasıl kaçınabiliriz? Bourdieu, bütün bu kavramsal açmazları dikkate alan bir bilimsel dil bulmaya çalışır. Bunu yapmasına imkan veren iki kilit kavram vardır: Habitus ile alan. Bourdieu’nun Habitus kavramına pek çok sosyolog ve antropolog aşinadır, ama bu kavramın çok da iyi anlaşıldığı söylenemez. Bourdieu’nun eserlerini bilenler arasında bile, bu kavramın tam olarak neyi temsil ettiği hakkında ciddi fikir ayrılıkları vardır. Bu sorun kısmen, kavramın çok fazla kuramsal yük taşımasından kaynaklanıyor; nitekim, Bourdieu’yu olumlayıcı bir yaklaşımla ele alan eleştirmenlerinden Paul DiMaggio (1979: 1464), Habitus kavramını şöyle tanımlar. “Bourdieu’nun nesnel yapı ile bireysel etkinlik arasında ilişki kurmasını sağlayan bir tür kuramsal varoluş biçimi.  Sorunun bir diğer nedeni de, Bourdieu ile Wacquant’in (1992) iddia ettikleri üzere, eleştirmenlerin, Bourdieu’nun tam da öznel/nesnel ikiliğini aşmak için kullandığı bu kavrama farkında olmadan bu ikiliğin çeşitli biçimlerini yansıtarak Bourdieu’nün kuramsal niyetini sistemli bir şekilde yanlış okumalarıdır. Habitus kavramıyla ele alman eylem/yapı ilişkisinin merkezi boyutlarını açıklığa kavuşturacağım. Kavramın gelişmesinde payı olmuş bazı entelektüel etkilere kısaca değinip, Bourdieu’nün bu kavramı ne şekillerde kullandığını göstereceğim. Ayrıca kavramın doğurduğu bazı gerilimlere, zorluklara ve çelişkilere işaret edeceğim. 

Birey-Toplum İkiliği 

Bourdieu’nün pratik kuramı, Batı entelektüel geleneği içindeki en köklü sorunlardan biri olan, birey ile toplum arasındaki ilişki sorunu üzerine derinlemesine bir irdeleme olarak görülebilir. Ancak Bourdieu kendi yaklaşımının bu klasik ikiliği aştığını düşünür. Klasik sosyolojinin, toplumsal gerçekliğin bireylerin hem içinde hem de dışında, hem zihnimizde hem de şeylerde var olduğu yolundaki temel görüşünden yararlanır. Toplumsal gerçekliğin bu ikili niteliğinin sosyolojik araştırmada da korunması gerektiğini vurgular, çeşitli öznelcilik ve nesnelcilik biçimlerine yönelik sert eleştirileri de bu temel görüşü muhafaza etme çabasından kaynaklanır. Hatta kilit nitelik taşıyan Habitus kavramının amacı “toplumsallaşmış bedenin (ki birey ya da kişi olarak adlandırırız) toplumla karşıtlık içinde olmadığını, toplumun var olma biçimlerinden biri olduğunu” göstermektir (Bourdieu 1980c: 29). Bourdieu'nün kavramsal formülasyonu birey ile toplumu birbirinden ayıran -biri diğerine dışsal- iki varlık olarak karşı karşıya koymaz; aynı toplumsal gerçekliğin iki boyutu gibi “ilişkisel” olarak inşa eder. 

Habitus kavramının bireysel öznellik ile toplumsal nesnelliğin birbiri içine geçmiş gerçekliklerini vurgulama tarzı, Berger ve Luckmann (1966) gibi toplumsal inşacı kuramcılarınkine benzer. Bourdieu’nün aktörler ile yapılar arasındaki ilişkiye yaklaşımı, Berger ve Luckmann’ınki gibi temel bir düşünceye dayanır: Nesnel yapıların öznel sonuçlar doğurması olgusu, toplumsal dünyanın aktör bireylerden oluştuğu görüşüyle çelişmez. 
Bourdieu, klasik birey-toplum ikiliğinin çağdaş Batı akademilerinde büründüğü kurumsallaşmış biçimi sert bir şekilde eleştirir; bu biçimin bir yönü, bireye dair incelemeleri tekeline alma eğiliminde olan psikoloji tarafından, diğer yönüyse bireylerin ötesindeki yapılarla ilgilenme eğiliminde olan iktisat, siyaset bilimi ve sosyoloji tarafından temellük edildi. Gerçi sosyolojide 1960’lardan beri mikro yapılara ve süreçlere yönelik yeni ve canlı bir ilgi kendini gösterdi. Herbert Blumer (1969), Aaron V. Cicourel (1973), Harold Garfinkel (1967), Erving Goffman (1967, 1969, 1971, 1974, 1981) ve tilmizleri, geniş bir çerçevede simgesel etkileşimcilik ve etnometodoloji olarak tanımlanan eserler ortaya koydular. Son yıllarda, Raymond Boudon (1979), James S. Coleman (1990), Jon Elster (1979, 1985) gibi önde gelen sosyologlar arasında da akılcı aktör kuramına yönelik yeni bir ilgi canlandı. Ancak, profesyonel sosyoloji disiplini içerisinde, bireysel karar alma ve etkileşim üzerine odaklanan bu mikro yaklaşımlar, daha ağırlıklı makro yaklaşımlardan soyutlanmış görünüyor.

Bourdieu’ye göre bu sorun, insan deneyiminin bütünlüğünü akademik bilginin yapay biçimde inşa edilmiş sınırları arasında parçalamaktan ibaret değildir; bu aynı zamanda siyasi bir sorundur. Bourdieu, birey-toplum ikiliğinin, bilimsel girişime sirayet etmiş siyasi etkilerin taşıyıcısı olduğunu düşünür. Bu çatışkı, bir yanda “bireyciliği ('metodolojik bireyciliği’) savunanları, öte yanda ‘toplum’u savunanları ve ‘totalitarist’ diye itham edilenleri karşı karşıya getirir” (Honneth, Kocyba ve Schwibs 1986: 48). Başka deyişle Bourdieu, bu ikiliğin, piyasa yönelimli kamu politikalarım savunanlar ile sosyal devleti savunanları karşı karşıya getiren temel siyasi karşıtlıkları, görünürde bilimsel olan bir dile tercüme ettiğini düşünür. Bu görüş, Bourdieu’nün her türlü bilim dışı etki karşısında sosyal bilimin özerkliğini koruma arzusunu yansıtır. Ama bir yandan da Bourdieu’nün kendi tavrındaki belirsizliğe işaret eder. Örneğin Fransa’da Boudon bu ikiliği kullanır; “metodolojik bireyciliği” savunan Boudon, Bourdieu’nün sosyoloji tarzı ile sol politikalara verdiği desteğin bu ikiliğin “toplum” tarafında yer aldığını savunur. Böylelikle Bourdieu. tam da aşmaya çalıştığı çatışkının merkezine yerleştirilir. 

Strateji Olarak Eylem 

Bourdieu pratik kuramını, yalnızca Althusserci Marksizme değil, Levi-Strauss’ın yapısalcılığına da tepki olarak geliştirmiştir. Levi-Strauss’un yapısalcı antropolojisinde, sosyal bilimci, akrabalık ilişkilerini, toplumsal ritüelleri ve mitolojiyi düzenlediği varsayılan derin yapısal kurallar hakkında biçimsel modeller geliştirir. Bourdieu “strateji” dilini, yapısalcı bir çerçeve içinde failin önemini vurgulayarak, katı yapısalcı belirlenim biçimleriyle arasına mesafe koymak üzere kullanır.  Bourdieu bu kavramsal dili, önce antropologların aşina olduğu bir saha deneyiminde kullanır. Cezayirli köylüler üzerine çalışırken, toplumsal dayanışmanın kodifiye edilmiş kurallardan ve düzenlemelerden ziyade, duyguya ve şerefe dayandığı bir toplumsal düzenle karşılaşır. Kabili toplumunda “toplumsal düzenlemelerin erişilmez bir ideal ya da kısıtlayıcı bir buyruk olarak kavranmadığını, her bireyin bilincinde mevcut olduğunu” söyler. Farklılıklar ve anlaşmazlıklar bir yargı merci aracılığıyla çözüme kavuşturulmaz, “akli ve biçimsel bir yargı yerine, her durumun özgül koşullarına göre hem yargıyı hem de cezayı dikte eden bir şeref ya da adalet duygusuyla halledilir (Bourdieu 1965: 22). 

Pek çok antropolog, her ne kadar davranışı düzenleyen biçimselleştirilmiş bir kodun varlığını gösterecek verilerden yoksun olsa da, kaynak kişilerin davranışlarını ve ifadelerini satıki bir kuralın ya da normun egemenliğindeymiş gibi kavramsallaştırma eğilimindedir. Bourdieu soruna çok farklı yaklaşır. Eylem modellerinin, asli bir unsur olarak zamanı içermesi gerektiğini iddia eder: “Pratiğe pratik hakikatini yeniden kazandırmak için”, “zamanda yapılanmış ve içsel olarak temposuyla tanımlanan bir pratiğin kuramsal temsiline zaman unsurunu yeniden dahil etmeliyiz” (Bourdieu 1977c: 8). 

Bourdieu, Mauss’un (1967) ve Levi-Strauss’un (1969, 1973) armağan değiş tokuşuna dair klasik analizlerini eleştirel bir gözle yeniden ele alır; ona göre uygun bir kavramsallaştırma için, armağan değiş tokuşunun biçimsel bir karşılıklılık ilkesine dayandığı fikri, yani armağanın otomatik olarak karşı armağana davetiye çıkardığı düşüncesi aşılmalıdır. Armağan verme ve alma, armağan verme temposunun manipülasyonunu içerir, öyle ki karşılık olarak verilen armağan yalnızca farklı olmakla kalmaz, aynı zamanda ertelenmiştir de. Dolayısıyla aktörler, bir toplumsal etkileşim olarak armağan değiş tokuşuna katılırken, karşılıklılık ilkesine bilinçli biçimde, hatta bu ilkenin farkında olarak uyan kişiler değil, zaman içinde tepki veren siratejistler konumundadırlar. O halde davranış, kurala ya da norma uymaz, stratejiktir, çünkü bu kavramın da işaret ettiği gibi, gündelik pratiklerini yürüten aktörler, zaman içinde ve geçmiş deneyimleri aracılığıyla, tam kavrayamadıkları bir engeller ve fırsatlar labirenti içinde hareket ederler. “Kuralın yerine stratejiyi koymak,” diye yazar Bourdieu (1977c: 9), “ritmi, yönelimi ve geri çevrilmezliğiyle zamanı yeniden devreye sokmaktır”. Buna karşılık “bilimin bir zamanı vardır ve bu zaman, pratiğin zamanı değildir.” Armağan değiş tokuşundaki makro yapıyı gören kişi, dışardan gözlemde bulunan, insan davranışının çeşitliliği içinde örüntülü bir düzenlilik bulmaya yatkın olan sosyal bilimcidir. Dolayısıyla Bourdieu, yapısalcı modele strateji dilini dahil ederek faili yeniden devreye sokmaya ve gündelik pratikler ile biçimselleştirilmiş modelleri arasındaki farka işaret etmeye çalışır.
 
Strateji kavramı, eylemin normlara ya da kurallara riayet çerçevesinde eksiksiz biçimde kavranamayacağı düşüncesine dayansa da, stratejiler normatif durumlardaki davranışları da kapsar (Bourdieu 1977c: 8). Bourdieu, strateji fikriyle, belirli davranışların her nasılsa normatif kısıtlamalardan uzak olabildiğini anlatmak islemez. Bu kavram, eylemin normatif durumlarda bile bir belirsizlik içerdiğini, eylemlerin zaman içinde meydana geldiğini ve eylemde bulunan aktörlerin genellikle sonuçlan açık bir şekilde tasarlayabilmekten uzak olduklarını ifade eder. En ritüelleşmiş davranış biçimleri bile, bir dereceye kadar stratejilere imkan verir, çünkü aktörlerin zamanla oynama olanağı hep vardır (Bourdieu 1977c: 9, 15, 106). Aktörlerin normlara uyup uymamalan ya da önceden belirlenmiş ritüelleri yerine getirip getirmemeleri, çıkarlarına bağlıdır. Bir önceki bölümde dikkat çektiğimiz gibi, Bourdieu bütün eylemlerin çıkara yönelik olduğunu düşünür.

Bourdieu’nün strateji dili, bazı eleştirmenleri (örneğin Caille 1981, 1992) yanlış yönlendirir; bu dili, tam da Bourdieu'nün karşı çıktığı faydacı yönelimin işareti olarak yorumlamalarına yol açar. Bourdieu (1987b: 76, 78, 127), strateji kavramıyla bilinçli tercihi ya da akılcı hesaplamayı kastetmez. Kabili halkının kullandığı stratejiler bilinçli, akılcı hesaplamaya değil, meydan okuma, karşı hamlede bulunma, erteleme, saldırganlık, misilleme ve küçümseme gibi karmaşık manevraları yönlendiren “şeref duygusuna dayanır. Şeref duygusu, zorluk, kısıtlılık ya da fırsat durumlarında uygun ya da olanaklı görünen şeyi pratik biçim altında içselleştirmiş yatkınlıklar kümesinden doğar. Dolayısıyla tercihler, içinde meydana geldikleri nesnel yapılardan ya da topluma hakim olan aşkın kurallardan, normlardan, örüntülerden  ve kısıtlamalardan dolaysız bir biçimde doğmaz; zaman ve mekan içinde eylemde bulunmaktan doğan belirsizlikleri ve muğlaklıkları cisimleştiren pratik yatkınlıklardan doğar. Bourdieu, “pratik bilgi” ve “pratik duygusu” dilini, eylemin temelde biçimsel olmayan, pratik boyutunu vurgulamak için kullanır; yapısalcılığın faillik anlayışında bu boyutun eksik olduğunu düşünür. Aktörler kurallara uyan ya da normlara itaat eden kişiler değil, çeşitli durumların sunduğu fırsatlara ya da engellere tepki veren stratejik doğaçlamacılardır.

Swartz, David, and Elçin Gen. Kültür ve İktidar: Pierre Bourdieu'nün Sosyolojisi. İletişim Yayınları, 2011.

Bu makale 28 Mayıs 2019 tarihinde güncellendi. 0 kez okundu.

Yazar
Psk. Mehmet Efeoğlu

       Psk. Mehmet Efeoğlu, lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi, Yüksek Lisans eğitimini ise Beykent Üniversitesi Klinik Psikoloji bölümünde, hastane deneyimini de Fransız Lape Hastanesi'nde başarıyla tamamlamıştır. Mehmet Efeoğlu’nun kurucusu olduğu Homopsychologicus Profesyonel Danışmanlık merkezi zamanla bir dönüşüm geçirerek büyümüş ve bir akademi haline gelmiştir. Bu sebeple, artık “Mehmet Efeoğlu Akademi” olarak anılmaktadır. İnternette yapılan araştırmalarda Homopsychologicus olarak görülen süreç artık Mehmet Efeoğlu Akademi’ye evrilmiştir. Bu kurumun vizyonu öncelikle Homopsychologicus kavramına dayanır. Homopsychologicus; Homosapiens ya da Homoeconomicus gibi insanın duygu, düşünce ve davranış ekseninde eğilimlerini ve sınırlarını belirlemek için ortaya atılmış bir kavramdır. Homosapiens kavramı düşünebilmeye vurgu yaparak düş ...

Yazarı sosyal medya'da takip edin
Etiketler
Psikolojik destek
Psk. Mehmet Efeoğlu
Psk. Mehmet Efeoğlu
İstanbul - Psikoloji
Facebook Twitter Instagram Youtube