Akupunktur, Uzak Doğu Tao felsefesini esas alarak ortaya çıkan bir tedavi yöntemidir. WHO (Dünya Sağlık Örgütü) 1979da akupunktur tedavisini bilimsel bir yöntem olarak kabul etmiştir.
Uzak Doğu felsefesine göre, dünya ve kainattaki bütün varlıklar tamamen zıt fakat birbirini tamamlayan kutuplardır. Bu zıt kutuplara Yin ve Yang denir. Yin enerjinin depolanması ve korunmasıyla, Yang ise enerjinin kullanılmasıyla ilişkilidir. Eğer Yin ve Yang denge bozulursa vücudumuzda değişik şekillerde ''hastalıklar'' ortaya çıkar.
Bu felsefeye göre, canlı ve cansız her maddede ve her şeyde bir enerji vardır, Yin ve Yang arasındaki etkileşim bu enerjiyi (Qi’yi) üretir. Bu enerji bir denge ve uyum sağlar. Bu enerjideki akım blokajları, dengenin bozulmasına ve hastalıklara neden olur. Akupunkturun amacı bu dengenin korunmasıdır. Dişlerin ve ağzın da bu dengede çok önemli bir yeri vardır.
Çok eski Asya bilgilerine göre makro ve mikro kozmik kurallar ve düzenlerin benzerliği biliniyordu. 1950’lerde Kanadalı bir beyin cerrahı olan Wilder Penfield hastaların beyinlerine düşük frekanslı elektrik akımı vererek bu uyarıların organlar üzerindeki etkilerini incelemiş ve organları temsil eden beyin bölgelerinin gelişi güzel dağılmadığını gözlemlemiştir.
1960’larda Voll ve Kramer yaptıkları çalışmalarla dişler ve akupunktur meridyenleri arasındaki bağlantıyı çözmüş ve 1970’lerde ise diş hekimi Dr. Med. Jochen M. Gleditsch ağız akupunkturunu geliştirmiştir. Buna göre diş sistemi bir mikrosistemdir ve vücuttaki bütün organların yansımaları burada görülür.
Mikrosistem, makrosistemin yani vücudun daha küçük bir alanda yansımasıdır. Bu yansıma alanları somatotopi olarak adlandırılırlar. Mikrosistemdeki bu projeksiyon alanları tanımlanırken Homonkulustan yararlanılmıştır. Özelleşmiş duyu reseptörlerinin sayısı yüksek olan alanlar beyin kabuğunda(kortekste) daha büyük yer işgal eder. Bu nedenle kortekste dudak, cinsel organ, göz ve el gibi fonksiyonel organlar daha büyük beyin bölgeleriyle temsil edilirler. Bu nedenle dişler ve diş etleri vücudun bütün bölgelerinin yansıma alanlarına sahiptir.
Somatotopinin önemli bir özelliği, var olan uyarıyı inhibe etme durumudur. Hassas bulunan ağızdaki bir akupunktur noktasının tedavisi ve uyarılması ile ilişkide olduğu organların hassaslığı da kaybolur. Bu bize hem tanıda hem de organların tedavisinde kolaylık sağlar.
Unutmamak gerekir ki vücut bir bütündür. Yalnız kalp, yalnız mide ya da yalnız dişten oluşmaz. Her organ ve sistem bir bütünün parçasıdır. Birindeki bozukluk diğerini etkiler. Kronik ve sistemik hastalıklarda dişlerin ve dişetlerinin ve çene eklemin etkisi çok yüksektir. Sistemik bir bilgi alabilmek için biz somatatop olarak organizmanın küçük bir kısmını, yani halogram olarak diş sistemini kullanabiliriz.
Artık günümüzde interdisipliner çalışma artmaktadır ve daha çok artması da gerekmektedir. Bu yüzden tıp doktorları ve diş hekimleri arasında tamamlayıcı tıp ağı kurmak çok önemlidir.
Dt. Tijen Secerli Dürer