Yaşamda hata yapma riski almadan gelişmek mümkün mü ?

Yaşamda hata yapma riski almadan gelişmek mümkün mü ?

Ne tür problem çözme becerilerine sahip olduğumuz, bu becerilerin basmakalıp, her defasında değişmeden aynen uygulanan, esnek olmayan, probleme göre şekil değiştirmeyen, teknikler olup olmaması, işe yarayıp yaramayacağı üzerinde oldukça etkilidir. Peki sahip olunan bu teknikleri geliştirmek ve yeri geldiğinde kullanma deneyimimiz neyle ilgilidir? Neredeyse herkes bu deneyimin kişilik yapımızla ilgili olduğunu bilir. Kişiliğimiz nasıl oluşur? Bize istemesek de genetik aktarım yoluyla verilenler ve bizim sonradan kazandıklarımız; eğilimlerimiz, becerilerimiz, kendimizi ifade etmemiz, duygu ve düşünce durumumuz, ihtiyaçlarımız, onları gerçekleştirirken yada onlara ulaşmak için kullandığımız yollar, bütün bunları uygun zamanda, uygun biçimde kendimizi ifade ederken, yaşamla baş ederken, ilişki kurarken kullanma becerimiz kişilik ve onun fonksiyonları arasında sayılabilir. Bütün bu beceriler, yönü gelişim olan değişimle sağlanabilmektedir. Görüldüğü gibi değişebilir olma, değişen ihtiyaç, zaman ve durumlara uyum sağlamak üzere değişebilme, oldukça önemli bir beceridir. Bir taraftan da, öteden beri istikrarın çok önemli olduğu, her konuda olabildiğince istikrarlı olmanın normallik alameti olduğu söylenir durur.

Gerçekten durum zannedildiği gibi midir? Belkide artık istikrar kavramın içini yeniden doldurmanın zamanı gelmiştir. İnsanoğlunun tepkileri dünyaya uyum sağlama, dolayısıyla yaşamda kalmaya yöneliktir. Ancak insan bir taraftan da bu yaşamı doyum verici hale getirmenin yollarını arıyor durumadır. Yaşamdaki doyum düzeyim düşükse, durumdan şikayetçi isem, ancak eski bildiğim problem çözme tekniklerini, daha doğrusu problemlerimi çözemeyen teknikleri istikrarlı biçimde uygulamaya devam ediyorsam, aman, eksik olsun böyle istikrar demek gelmez mi insanın içinden Artık yeni bir şeyler söylemek yeni bir şeyler yapmak zamanı gelmiş olabilir mi. Yaşam bizi de içine alarak akıp giderken, yeni şeyler denemenin neresi kötü. Risk mi kötü olan, yeni olan, bilinmeyen, daha önce denemediğimiz için, işe yarayıp yaramayacağını kestiremediğimiz şeyler bizi kaygılandırabilir, hatta korkutabilir. Ancak çoğu kez yeni kaçınılmazdır. Psikolojik olarak açız, doymak istiyoruz, işin kötüsü bazen bizi neyin doyuracağını, onu nerede bulacağımızı da bilmiyoruz. Eski yöntem, kabul edelim yada etmeyelim bizi amacımıza ulaştırmıyorsa, amacımızdan uzaklaştırıyor demektir. Problemi çözmeyen yöntem doğal olarak problemi besleyecektir. Belki de şöyle bir soru sorulabilir,

Risk almadan yaşamak mümkün müdür? Yaşamın kedisi zaten bir risk değimlidir? Her nefes alışımız bir daha verememe riskini taşımıyor mu, her uyuyuşumuz bir daha uyanamama, her gelişimiz, bir daha gidememe riski barındırmıyor mu? Eğer herhangi bir durumu risk olarak algılamamız yeni olanın bilinmezliği ile ilişkiliyse, yada farklı oluşuyla, risk algımızın gözden geçirilmesi zamanı gelmişte gecikmiş demektir. Tepkilerimizde değişmezlik aramamaya başladığımızda, artık farklı yada meçhul olan yeniler bizim için denenebilir hale gelmeye başlayacaktır. Deneyeceğimiz yönteme nasıl karar vereceğiz? Deneyeceğimiz şeyin doğru yöntem olduğuna karar vermenin de bir yöntemi var mı,? Eğer yanımızda fikirlerine ve yaşam deneyimine güvendiğimiz birileri, ki bu kişi terapistimizde olabilir, yoksa, hatta olduğu durumlara bile, yanılıyor olma, hata yapma riskini göze almayı öğrenmemiz gerekiyor. İnsan nasıl olurda hata yapmaktan yaşamını bir kısır döngüye sürükleyecek, çözümsüzlüğe itecek biçimde bir şeylerden korkmayı öğrenir. Karşıma oturan danışan popülasyonu içinde tahmin edilenden çok daha fazla sayıda danışanda benzer durumlar gözlemliyor olmam bir tesadüf olmasa gerek. Evet biz korkmayı öğreniyoruz, öğrendiğimiz çoğu şey gibi öğreniyoruz. Hata yapmayı bir felaket olarak algılamamıza sebep olacak biçimde yetiştiriliyoruz. Şunu rahatça söyleyebiliriz ki, Anne ve Babalarımız yada bizi büyütüp yetiştirme sorumluluğunu üzerine alanlar bizi, hatalardan steril bir ortamda yetiştirmeye çalışıyorlar. Bunu birçok farklı nedenle yapıyor olabilirler, ancak, benzer korkuları olan çocuklar yetiştiriyorlar. Biz hata edip ayakkabı bağcığımızı düğümlemeyelim diye onlar bağlıyorlar, acıkıpta fark etmeme hatasına düşmeyelim diye acıktığımızı söyleyip karnmızı doyuruyorlar, senin artık uykun gelmiştir diyerek uyutuyorlar, yorulmuşsundur sen artık otur dinlen diyerek dinlendiriyorlar, sonuç sıfır hata. Bunun neresi kötü, bize emek verip kendi yaşamlarını bizim için feda ediyorlar. Evet bütün bunlar fedakarlık ancak, bir çocuk büyürken bu denli fedakarlığa ihtiyaç var mı?. Ara sıra bir şeyleri yanlış, eksik yada gecikerek yaparak doğruyu yetişkinleri gözetiminde öğrense buda yeterli olmaz mı? Çocuğun her ihtiyacının, ihtiyaçtan doğan uyarılmışlık ve gerilim çocuk tarafından hissedilmeden giderilmesi, çocuğun hem ihtiyacın giderilmesinden doğan hazzı- doyumu hissetmesini engelleyecek, bir taraftan da, bu ihtiyacın nasıl, hangi kanaldan, hangi yöntemle giderilmesinin uygun olacağını, bir fedakarlık gerektiğinde bir şeylerden feragat etme becerisini, gerekirse bu yolda hata yapmayı göze alma cesaretini-hakkını kazanması daha anlamlı, eğitici ve doyum düzeyi yüksek bir deneyim olmaz mı? Bu deneyimden mahrum olmanın gelişimi sekteye uğratacağı tartışma götürmez bir gerçektir. Anne- Baba çocuklarının hiç konuşmadığından şikayetçidir. Uzun süre doktor doktor dolaştırarak çocuklarının bir sorunu olup olmadığın anlamaya çalışırlar. Gittikleri her uzman çocuklarının sağlıklı olduğunu söylemektedir. Ancak çocuk hiç konuşmamaktadır. Bir gün çocuk sofradayken, anne tuzluğu verir misin? der. Anne- Baba sevinçten deliye dönmüş gibidir, bir taraftan da kızgınlıkla, evladım madem konuşmayı biliyordun neden şimdiye kadar hiç konuşmadın, der. Çocukta, şimdiye kadar tuzluk hep önümde duruyordu, diye cevap verir. Bu küçük hikaye bize ne tür bir mesaj verilmek üzere yazılmış olabilir, sıradan bir fıkra olmadığı açıktır. 
13 yaşında bir ergenin anne bu çaya kaç şeker atacağım diye sorduğuna şahit olmuştum. Anne 2 şeker atması gerektiğini söyledi, çocuk 2 şeker attı ve karıştırdı, 2 şeker yeterli olmadı diyerek annesine çıkıştı. Annede sen bu yaşında kaç şekerli içeceğine karar veremiyor musun? diyerek kızına kızdı. Annenin geçmişte de kızının çayının şekerini ve yaşamına kendisinin karar verebileceği birçok şeyi ayarladığını duyunca şaşırmadım. Bu kadar vermek ister istemez çocuğu annenin yada bakım eren her kimse onun yörüngesinde dolayısıyla kotrolünde tutacaktır. Ancak biraz daha yakından bakıldığın da, her iki tarafta için için duruma ilişkin memnuniyetsizlik yaşamaktadır. Çocuk, neden bana güvenmiyorlar, baskı altında tutuyorlar, kendi kararlarımı vermeme engel oluyorlar, beni her konuda kotrol etmeye çalışıyorlar öfkesiyle kolay, sorumluluk alınmayan, fedakarlık edilmeyen hayatın rahatlığı arasında gidip gelmektedir. Annede her şey benim kontrolüm altında, çocuğum güvende rahatlığıyla, bu çocuk ne zaman büyüyecek ve sorumluluk alacak yoruldum artık sıkıntısı arasında sıkıştığını hissetmektedir. Uzun vadede böyle bir tutum yada ilişki biçimi çocuğun anne babadan bağımsızlaşarak, kendi problemlerini çözebilen en azından çözmeye istekli , bu konudaki istekliliği sayesinde problem çözme becerisi geliştiren, bu sorumluluğu ve hakkı üzerine alabilen bir birey olma yolunda gelişim basamaklarını tırmanmasını sekteye uğratacaktır. Başka birçok alanda yaşanacak birçok problemde bu yazının sınırlarını oldukça aştığından değinilmemiştir. Beklide daha en baştan hatadan yada hatayı başarısızlık olarak algılayan ve bizi başarısızlıktan korumaya çalışan ebeveynler tarafından yetiştirilmemiş olsak hata yapmaktan bu denli korkmayı da öğrenmeyeceğiz. 
Hata, maliyeti çok yüksek bir durum olarak algılandığında bize ne yapıyor? Eğer bizi harekete geçmekten, aktif olmaktan alıkoyan, hataya düşme, yanılma endişesiyse, insan aktif olması gereken yerde olamayarak, yapamayarak, harekete geçemeyerek, pasif kalarak ta hataya düşmez mi? Bu tutum da bir tür hata sayılmaz mı? O zaman hatanın bazı durumlarda kaçınılmaz olduğu gerçeğini kabul etmemiz gerekmektedir.
Hatanın, bazen kaçınılmaz olduğu gerçeğini kabul ettiğimizde ne yapacağız peki? Hata yaptığımızda, bu gerçeği kabul edecek güce sahip olmamız gerekmeyecek mi? Beklide hata yaptığımızda, bunun hata olduğunu kabul, fark etmek için, önce hatanın yaşamın kaçınılmaz bir gerçeği olduğunu kabul etmemiz gerekir. Ancak böyle bir durumda hata bizim içi kabul edilebilir hale gelecek ve biz hatasız bir yaşam adına ne hatalar yaptığımızı kabul edeceğiz. Görüldüğü gibi yaptığımız hataları kabul edebilme ve bu gerçekle baş edebilme gücünü kazanma, sadece tevazu sahibi olmakla ilgili değil, aynı zamanda hatanın olağanlığıyla yüzleşmekten geçmektedir.

Hatayı felaket olarak algıladığımz da, hemen ardından gelen iki hatadan biri kendimizi suçlu hissetmek belki de bu nedenle bilinçaltı bir cezalandırılma ihtiyacı taşımak, diğeriyse hata yaptığımızı kabul edememektir. İnsan olduğumuzu ve doğal olarak hata yapabileceğimizi kabul etmek teorik olarak hepimizin kabul edebildiği bir durumdur. Ardından ‘ama’ demeden hiç mazeret üretmeden, Evet, ben şu konuda hatalı davrandım, diyebilmek kolay mıdır? Hatayı felaket olarak nitelendirirken evet hata yaptım demek, ben bu felaketten sorumluyum demektir aynı zamanda. Bir felaketten sorumlu olduğunu hissetmek nasıl bir psikolojik yüktür acaba, nasıl bir acı ve gerginliğe sebep olur, nasıl bir öfke doğurur. Hata yapmaktan bu denli kaçarken hatanın bizde yol açtığı istenmeyen bazı duygulardan mı kaçıyoruz. Hatanın ortaya çıkmasına aracılık ettiği durumla ilgili sorumlu hissetmek, bizde, yetersizlik, değersizlik, korku, kayı, güvenilmezlik, beceriksizlik, sevilmezlik, heyecan, kendimize yada çevremize karşı öfke gibi katlanmakta zorlandığımız duygular ortaya çıkmasına neden oluyor olabilir mi? Bu tür duyguları çocukken yaşayıp ve olumu geri bildirimlerle aşmış, hataya karşı üzerine giderek doğru çözüm yolunu bulmak için, üzerine düşünme, değerlendirme, alternatif çözüm yollarını deneme, olmadığında doğruyu bulana dek deneme fırsatı verilmiş olsaydı , biz hatanın doğruya giden yolun taşları olduğu gerçeğini deneyerek öğrenmiş olmayacak mıydık?Thomas Edison’un hikayesi bu duruma örnek teşkil eden bir hikayedir. Yıllarca araştırmalarını yaptığı laboratuarda bir patlama sonrası yangın çıkar ve oğluyla birlikte yanan laboratuarı izlerken oğlu bütün emeklerinin yandığını söyler, Edison ise bu laboratuarla birlikte şimdiye kadar yaptığım bütün hatalarda yandı artık sıfırdan başlayabiliriz diyerek cevap verir. Hataları deneyime dönüşürmeye güzel bir örnek değil mi? Bunu baştan öğrenmek için bugün geç olsa da, bir atasözü vardır bilirsiniz ‘ erken geçten iyidir, geç hiç yoktan iyidir’ 

Takip ettiğim ergenlerden biri, Dr. House hayranıydı. Bu dizi kahramanını muhtemelen sizde tanıyorsunuz. Ekibi ile birlikte, sebebi ilinmeyen, teşhis konulamamış hastalıklardan muzdarip hastaları tedavi etmeye çalışır. Yıllardır sayısız ödül alan dizinin hayran kitlesi giderek büyümektedir. Dizinin fragmanında, Dr.House‘nin pekte iyi bir insan olmadığına atıfta bulunularak ‘ ama hastaların iyi bir insana değil iyi bir doktora ihtiyacı var’ deniyor. Görüşmeler yaptığım ergenin ilgisi beni fırsat buldukça bu dizi izlemeye itti. Gördüm ki, bu doktoru, ünlü bir doktor, iyi bir doktor yapan, zeka ve sezgilerinin dışında çok önemli bir becerisi daha vardı ve dizide bu becerisi hep ön plandaydı. Dr.Hause risk alabiliyordu. Çok acı çeken, hastalığı teşhis edilemediği için bütün sistemleri çöken, yaşamsal fonksiyonları giderek durma noktasına gelen ve zaten ölmekte olan insanların yaşamlarını birde riskli teşhis ve tedavi yöntemleriyle tehlikeye atmak onun için kabul edilebilir bir riskti. Bana gelen ergen ise, hiç risk alamayan, garantici, dolayısıyla sorumluluk alamayan bir kişilik yapısına sahipti. Doğal olarak hatasız olmasını umduğu hayatı, bütün bu kaçınma davranışlarına rağmen, hatta beklide bu yüzden, çekilmez hale gelmişti. Görüştüğüm danışan da dr. Olmak istediğini söylüyordu, hem de Dr. House gibi bir doktor. Ancak House’nin tam tersi bir kişiliğe sahipti. O kuzeyse House güneydi. Danışanımın kendisine yapmakta hak tanımadığı hataları, göze alamadığı riskleri hoyratça yapan ve yaşayan bu adam, aslında olmak istediği kişi gibi görünüyordu ancak bir taraftanda House’ nin bu özellikleri nedeniyle ödediği bedelleri ödemek istemiyordu. Gerçektende Dr. House olmak istiyor muydu? Normalde insanlar bir şeyi gerçekten anlamlı, gerekli, vazgeçilmez olarak değerlendirip ona ulaşmak yada sahip olmak istediğinde, o şeye ulaşmanın yolları üzerinde düşünmeye başlar, hangi yolların o hedefe ulaşmada ona yardım edeceğine bakar ardından o hedefe ulaşmada hangi yolun daha risksiz, maliyeti daha düşük, kısa ve başarılı olma ihtimali yüksekse ona yönelir. Burada bir noktaya dikkat çekmek yerinde olacak, ‘en düşük risk’ diyoruz, ‘sıfır risk’ diyemiyoruz. Çünkü yaşamda sıfır risk’ söz konusu değildir.

Hiçbir şey için riske giremiyorsak, kendimize hata yapma hakkı tanımıyorsak, bir şeye kolay bağlanamıyor, hiçbir şeye hak ettiği değeri veremiyorsak, daha en başında isteyip de elde edememe riskini göze alamdığımızdan olabilir mi? Hayatın sayfaları, sevdiği kadın, onur inanç, insanlık, maddi kazanım,, özgürlük uğruna başarısız olma,yaşamını kaybetme, onurunu, sevdiklerini kaybetme riskini göze alan insanların hikayeleriyle doludur.

Onlara istedikleri uğruna yaşamları da dahil birçok şeylerini kaybetme riskini göze aldırtan isteklilik, kararlılık, bağlılık neydi, neydi istediklerini elde etmek için onlara her türlü riski alınabilir hale getiren?

İnsan genellikle hatayı başarısızlık olarak değerlendirmek eğilimindedir. Oysa hata insanı zenginleştiren bir deneyimdir. Yıllar önce yönetici pozisyondaki bir hocam ‘ Bir yerde hata yapılıyorsa orada iş üretiliyor demektir ‘ demişti. Ancak hiçbir şeyin üretilmediği bir yerde hiç hata yapılmaz demek istemişti sanırım, hiçbir şey üretemiyor olmak en büyük hatalardan değil midir? 

Hata insanı nasıl zenginleştirir? Hata yapmayı göze almayan öğrenemez. Hata yapmak eğer bir şeyi yapılmaması gereken bir şekilde yapmak ise, bize neyin yapılmaması yada nasıl yapılmaması gerektiği konusunda deneyim kazandırmaz mı? Yöntemimiz deki yanlışları görmemizi, yeni çözüm yolları aramamızı, bu durumun maliyetini, bizde diğer insanlarda ne gibi duygu ve düşüncelere neden olduğunu anlayarak onlarla bir duygudaşlık içinde olmamızı sağlamaz mı? Hata yapabildiğimizi görmek, diğer insanlarında hata yapabileceği gerçeğini kabul etmemizi, esnek davranmayı öğrenmemizi, tolerans gücümüzü yükseltip değişebilir ve gelişebilir hale gelmemizi sağlamaz mı?

Kendilerine hata yapma hakkı tanımayan kişiler farkında olsunlar yada olmasınlar başkalarına da hata yapma hakkı tanımayacaklardır. Kendilerinden ve dünyadan mükemmellik bekleyeceklerdir, mükemmeli arayanın yorulması kaçınılmazdır, mükemmel diye bir şey var mıdır?, iyi, doğru, güzel yada yetenekli olmanın doruk noktası, böyle bir şeyin bu dünyada yeri var mıdır?. Mükemmellik onu arayanda böye bir şeyin var olmadığı gerçeğiyle yüzleşene kadar, çok fazla memnuniyetsizlik, hayal kırıklığı, öfke, yetersizlik biriktirilmesine neden olacaktır ve daha bir sürü olumsuz şeye. 
Geldiğimiz nokta bize hatanın kimi durumlarda kaçınılmaz olduğunu söylüyorsa eğer yeni bir soru daha sormanın tamda sırasıdır. Kaçınılmaz olan şeyler acaba yaşamda fonksiyonel olduğu için kaçınılmaz hale gelmiş olabilir mi? Hep aynı hatayı, hata olduğuna inandığımız halde tekrar tekrar yapıyorsak bu hata dediğimiz şey muhtemelen yaşamımız içinde biz fark edelim yada etmeyelim bir amaca hizmet etmektedir. Terapi seansları sırasında üzerinde biraz çalışıldığında fark ederiz ki bu amaçlar bizim için çok anlamlı hatta bazı durumlarda vazgeçilmez, daha önce hiç sorgulama gereği duymadığımız, kendimize ilişkin, yaşam senaryomuza ilişkin algılama biçimimizle oldukça ilgilidir. Yani, ben akıllıyım, ben aptalım, ban başarılıyım, başarısızım, ben değerliyim, değerli değilim, ben bunu hak ediyorum, hak etmiyorum, yaşam buna değer, değmez, hayat bana hep aynı oyunu oynuyor, haksızlık ediyor yada etmiyor. Değişime kapalı olan bu tür inanışlar bize aynı hatayı sık sık tekrar ettirirler ve bu hatalar bizim hayat senaryomuzun sağlaması gibidir, biz her deneyimimiz sonrasında bak işte gördün mü sen buna değmiyormuşsun, hala aptalsın, hala değersizsin, bak, sen ne yaparsan yap dünya sana hak ettiğini vermeyecek demek ve eski sınırlarımıza geri çekilmek zorunda kalırız, ta ki bütün bu olup bitenleri farklı değerlendirebilmemiz için ilk adımı atma cesareti verecek düzeltici bir deneyim yaşayana kadar. Bu negatif içerikli inanış yada senaryo bir taraftan da alternatif bir senaryo yazmak için, senaryonun negatif içeriğini telafi etmek için tekrar edilir. Adeta yarım kalan bir filme bir final sahnesi yada bölümü çekmek ister gibiyizdir. Eğer o negatif içeriği desteklemeyen bir deneyim yaşanırsa acaba bu konuda yanılıyor olabilir miyim diyerek negatif inanç yada içerikli deneyime şüpheyle bakmaya başlayabiliriz. Bu olumlu değişim hemen ilk seferde gerçeklemez, durumu genellememize yetecek sıklıkta ve sayıda tekrar etmelidir. Matematikle ilgili bir önceki yıl ki matematik öğretmeninden kaynaklanan bir ön yargı ve algılama problemi olan bir ergen ile yaptığımız çalışmada, onun aslında çalışsa da matematiği anlayamadığını, anlasa da sınavdaki soruları çözemeyeceğine olan inancı üzerine çalışıyorduk. Ders çalışma biçimi, saatleri, sayısal dersleri çalışma yöntemi üzerine çalışma yaptıktan ve ailesi ile ilişkisi üzerine eğildikten, gerekli müdahalelerde bulunduktan sonra bir kaç iyi notla eve geldiğinde hala temkinliydi. Durumun bir tesadüf olabileceğini, bu iyilik halinin her an geçebileceğini düşünüyordu. Kendisine olan eksik inanç ve güvensizliğinin başarısızlık doğurması kısır döngüsünün kırılması zaman aldı ancak sonunda gerçekleşti. Olumlu değişmeler başladıktan sonra bir gün görüşmede benim zaten bildiğim ancak onun yeni fark ettiği bir düşüncesinden bahsetti. ‘Annem- Babam benim zeki olduğumu ancak çalışmadığım için yeteri kadar başarılı olmadığımı söylediler hep. Bense, onlar benden böyle bahsederken hep utanıyordum çünkü annem babam aslında onların zannettiği kadar zeki olmadığımı bilmiyorlar, ben çalışsam da yapamam ki, eğer çalışırsam ve başarılı olamazsam benim zeki olmadığımı onlarda anlayacaklar. Bu gerçeği öğrenirlerse benden utanırlar hatta belki beni eskisi kadar sevmezler.’Bu vakada ki çalışmada ortaya çıktı ki, anne baba çocuğu ile ilgili başarıyı hep geleceğe atfetmiş, gelecekte başarılı olacak, gelecekte yeterli olacak. Demek ki şimdi yeterince başarılı değil. Şimdiye kadar yaptı iyi şeyler için yeterince takdir edilmemiş, aaa… şu konuda ne kadar çok bilgi yada fikir sahibisin yada yeteneklisin denilmemiş, yeterli onay ve geri bildirim almamış, doğal olarak olumlu bir benlik algısı oluşturmakta güçlük yaşamış. Düşünseniz şu ana kadar bir şeyleri doğru yada yeterince iyi yaptığınıza inandırılmadıysanız bundan sonrada iyi şeyler yapabileceğinize inandırılabilir misiniz? Ergenimiz çalışıp da başaramama korkusuyla birlikte başaramamanın neden olduğu hayal kırıklığından kendisi ve ailesini korumak üzere böyle bir savunma geliştirmişti.

Hata yapmaktan, başarısız olmaktan hayatımızı keyifsizleştirecek, bize ket vuracak, yeni şeyler öğrenmemizi, denememizi engelleyecek kadar korkmak, acaba bize bakım veren ve yetiştiren insanların tutumları bunun üzerinde etkili olmuş olabilir mi? Yetiştirilmemiz esnasında yaptığımız hatalar üzerine düşünmemizi, farkındalık kazanmamızı sağlayacak kadar sabrı olmayan kişilerin etkilerinden de kaynaklanır. Herhangi bir konuda yetişkinler tarafından kabul edilmeyen çocukça bir cevap yada tepki veren bir çocuğa ‘Hımm..ne kadar ilginç yada yaratıcı bir fikir , ben hiç böyle düşünmemiştim, evet dediğin gibi olabilir bak benimde bir fikrim var şöyle de olabilir, sanırım bu konuda böyle düşünmene neden olacak bir şeyler oldu, sanıyorum bu konu canını sıkan bir şeyler var’ gibi yargılama yada suçlama içermeyen cevaplar vermek çocuğu kendini açmaya, kendinden bahsetmeye itecek, onu anlamaya istekli olduğumuzu, dinlemek istediğimizi hissetmesini sağlayacak tepkiler verdiğimizde, iletişimimiz esnasında kendi söyledikleri ve yaptıkları hakkında bir değerlendirme yapma fırsatı verdiğimizde çocuk bu fırsatı değerlendirecektir.Çocukla iletişimimiz biz yetişkinlerin neyin doğru –yanlış olduğunu bilip bilmediğimizin anlaşıldığı, ölçüldüğü bir yarışma yada performans sınavı değildir. Bu iletişimler çocuğumuzun kendisinin kim olduğunu yaşamın ve dünyanın nasıl bir yer olduğunu öğreneceği ilk laboratuardır. Geri planda kalmayı, sabırlı olmayı, şefkat göstermeyi, yargılamadan sadece ne olup bittiğini anlamaya çalışmayı, disiplini, fedakarlığı ve değişmeyi öğreten bir laboratuardır. Bazen çocuk sahibi olmak bana şunları öğretti yada ben çocuğuma uyum sağlamak üzere şu konularda değiştim hatta geliştim diyen anne babalara rastlarız, beklide onlar bu durumu bir ölçüde kavramış anne babalardır. 

Az önce bahsettiğimiz ergenin hikayesinde görüldüğü gibi insan farklı deneyim ve hikayeler sonrasında farklı nedenler ile hata yapmaktan kaçınmaktadır, en azından kaçınması gerektiğine inanmaktadır. Ancak şurası kabul edilmesi gereken bir gerçektir ki bu kaçınma davranışımız, hata denen şeyin gerçekte ne olduğuyla ilgili olmaktan çok hatanın bizim için ne anlam ifade ettiği ve hataya atfettiklerimizle ilgilidir. Eğer yanlış bir şeyler yaparsam insanlar artık beni sevmez, benim aptal olduğumu düşünür, benimle vakit geçirmek istemez, beni takdir etmez, onları hayal kırıklığına uğratmış olurum, bana kızarlar, nefret ederler, arkadaşım olmaktan vazgeçerler, kötü bir çocuk olurum. Eğer insan bu tür olumsuz şeyler düşünürse ne gibi istenmeyen duygular hisseder? Kendisine yada diğer insanlara karşı öfke, utanç, kırgınlık, dargınlık, nefret gibi duygular hissedebilir. İnsan bu tür olumsuz ve baş etmekte zorlandığı duygular hissettiğinde onlara kişilik repertuarında bulunan farklı yöntemlerle cevap verir. Kimi insanlar bu olumsuz duyguları yok sayabilir, farkında olanlar ortamı, konuyu değiştirebilir, olumsuz duygunun kaynağını hayatından çıkarabilir arkadaşsa gönderir, sevgili, eş ise ayrılabilir, küserek o kişinin problemi fark etmesine uğraşabilir, daha tavizkar davranarak ondan olumlu bir geribildirim almanın yollarına bakabilir, onlarla çatışma yaşayabilir umursamıyor gibi görünebilir ancak o durumda ara ara öfke patlamaları yaşayabilir bazende bu istenmeyen durum kaygı, anksiyete ise onu bilincinden tamamıyla yalıtarak yok sayarak baş etmeye çalıştığında kaygı obsesyon ve kompulsiyonlara bağlanabilir, öfkesini açıkça ifade edebilir, hep benzer senaryoları tekrar tekrar yaşamaya devam eder. Aslına bakılırsa bir yol daha vardır, durum baştan değerlendirilip sıkıntının kaynağına giden yolun adım adım izlenmesi problemi alanların keşfedilmesi, değiştirilmesi, tamamlanması yeni beceriler kazanılması. Yol,yönü gelişim olan bir değişimden geçiyor ancak o zaman yaşananların adı deneyim oluyor.

Adına hata denen şeyi deneyime dönüştürme becerisi nasıl kazanılıyor? Çocukluğumda, olmadı ergenliğimde, olmadı yaşamın ilerleyen dönemlerinde. Peki insanın hata yapmasının olağan olduğu gerçeğini kabul ettiğimde gerekli olan doğru bakış açısını geliştirmiş olacak mıyım? Kısmen evet. Gerçekte kim olduğumu, sahip olduğum gizil güçleri fark ettiğimde kendimi, diğer insanları, dünyayı ve yaşananları doğru yorumlama yeteneğim gelişmeye başlayacak ve aydınlanmam gerçekleşecek. Psikoterapi yaşamın olağan akışı içinde kendisine bu beceriyi kazanma fırsatı tanınmamış insanlar için düzeltici bir deneyim olma şansı nedeniyle olağan üstü bir deneyime dönüşme fırsatı taşır. Terapi esnasında ışık tutarak görünür hale gelmesini sağladığımız kendimiz ile ilgili her yeni bilgi, o bilginin içeriği, gerçek anlamı, neye mal olduğu, ne işe yaradığı anlaşıldıkça gerçek ‘ben’i günahlarıyla sevaplarıyla fark edip, kabul edip ancak bu şartlarda normal olabileceğimizi anladığımızda aydınlanacağız. 

psikolog seçil yavuz
 

Bu makale 19 Mart 2019 tarihinde güncellendi. 0 kez okundu.

Yazar
Psk. Seçil Yavuz

Etiketler
Özgüven sorunu
Psk. Seçil Yavuz
Psk. Seçil Yavuz
İzmir - Psikoloji
Facebook Twitter Instagram Youtube