Psikoterapiden korkuyorum: psikoterapiye direnme sebepleri

Psikoterapiden korkuyorum: psikoterapiye direnme sebepleri

Psikoterapiden Korkuyorum: Psikoterapiye Direnme Sebepleri

Travmatik bir olay sonucunda psikolojik sıkıntı yaşayan insanların çoğunun, destek almak konusunda isteksiz olduklarını söyleyebiliriz. Felaket sebebiyle fiziksel olarak zarar görmüş kişilerin bile yardıma başvurmakta gönülsüz olmaları dikkat çekicidir. Bilhassa bedensel bir kayıp ya da işlevini yitirmiş organlarla başa çıkmak zorunda olan kimseler, zihinsel sağlıklarının sorgulanmasını istemeyebilirler. Zihinsel fonksiyonlarının sorgulanmasıyla toplum içinde etiketleneceklerinden korkan bu insanların, tedavi arayışında çekingen davranmaları muhtemeldir. Bu korkunun tek sebebi, başkalarının kendileriyle ilgili düşünecekleri değildir. Asıl endişe, kişinin zihinsel fonksiyonlarıyla ilgili olumsuz bir şey duymak istememesi ve üstesinden gelemeyeceği psikolojik sıkıntıların varlığını kabul etmekte zorlanmasıdır. Böylesi bir kaçışın tek nedeni olmasa da, önemli sayılabilecek bir nedeni mağdurun kendisi dışındaki birçok insanın da psikolojik sıkıntı yaşadığı gerçeğini bilmemesidir. Yaşadıklarımızın yalnız kendi başımıza gelen durumlar olduğunu düşünmek, insanın yardım alma isteğine sekte vurur. Oysa, psikolojik sıkıntıların yaygınlık oranı sanıldığından fazladır.

İnsanların yaşadıkları zorluklara rağmen yardım arayışına girmemelerinin bir diğer sebebi de, hayatlarının bazı alanlarındaki işlevselliklerini koruyor olmalarıdır. Aksamanın her alana yayılmadığı ve yaşamı bütünüyle felç etmediği durumlarda mağdur, yaşadığı duygusal travmayı görmezden gelir. Mesela, işine devam eden, arkadaşları ile ilişkilerini sürdüren ya da çocukları ile iyi vakit geçirebilen birinin travmatik bir etki altında olamayacağı yönünde yaygın bir inanış vardır. Bu tip kimseler için, “yaşadığı zorluklara rağmen hayatında her şey yolunda”, “onca olay oldu ama o dimdik ayakta” gibi sözleri sıkça duyarız. Bu anlayışı dillendiren kişilere göre, bir insan gerçekten duygusal bir travma geçiriyorsa hiçbir alanda işlevsel olamaz. Olanların etkisiyle yataklara düşmesi beklenir. İç dünyasında yaşadığı zorlukların sebebinin travmatik yaşantısı olduğunun farkına varsa da, utandığı için ya da her şeyin normal olduğuna kendini inandırmaya çalıştığından psikolojik yardım arayışına girmeyebilir. Bunların sonucunda ya yaşadığı sıkıntıyı tamamen görmezden gelir ya da problemlerinin gerekçesini travmanın uzağında bir sebebe bağlar. 

Travmatik deneyime maruz kalan insanın çevresindeki kişiler, ondan bazı davranış kalıpları beklemektedirler. Buna göre mağdur olayları yok saymalı, başına gelenleri unutmalı ve hatta sözünü bile etmemelidir. Bu da felaketle baş etmek zorunda olan insanın yardım arayışına girmesini engelleyen bir sebeptir.

Etrafın kendisinden beklediklerine paralel olarak maruz kalınan travmatik yaşantıyı gizleme ihtiyacı, destek arayışına manidir. Yaşananlardan utanmak, dile getirmenin eski acıları gereksiz yere canlandıracağından korkmak, olanlardan söz etmenin yakınlarına zarar vereceğine inanmak, olup bitenden kimseye bahsedilmediği takdirde sıkıntıların kendiliğinden geçeceğini düşünmek ve geçmişte yaşanan, üzerinden uzun zaman geçen bir olayın bugünü etkileyemeyeceğini varsaymak gibi düşünce kalıpları, sorunun çözümünü geciktirmektedir. 

Peki travmaya çözüm bulma konusundaki isteksizliği azaltmanın yolu nedir? Her şeyden evvel, karşılaşılması muhtemel hadiseler ve bunlara verilecek tepkilerle ilgili olarak insanları bilgilendirmektir. Böylece felaketle yüz yüze geldiğimizde, kendimizde ve çevremizdeki insanlarda ne tür semptomlar yani psikolojik sıkıntı belirtileri aramamız gerektiğini daha net belirleyebiliriz. Bu da bize, aradığımız yardıma en hızlı şekilde ulaşmanın avantajını yaşatacaktır. Bir hadisenin çözümüne ilişkin erken dönemde yardım alan kişiler, yıllar hatta on yıllar sürebilecek acılara maruz kalmaktan kendilerini korunabilirler. 

Travma sonrası tedavi arayışını güçleştiren durumlardan birisi de, içinde bulunduğumuz ortamı ya da hali benimsemektir. Mesela, savaş sırasında her an bombalanabilecek bir bölgede olmak ya da çocukluğumuzu fiziksel şiddet uygulanan bir ailede geçirmek gibi ne zaman, hangi bahane ile hırpalanacağımızı bilmediğimiz zamanlarda içinde bulunduğumuz durumu öylesine kabulleniriz ki; yaşadıklarımızın normal dışı hadiseler olduğunu fark edemeyiz. Bazen bu travmatik etkiyi hissetsek bile onu içinde bulunduğumuz durumla ilişkilendirmekte güçlük çekeriz.

Yrd.Doç.Dr. Klinik Psikolog Ercüment DOĞAN

Bu makale 7 Mart 2019 tarihinde güncellendi. 0 kez okundu.

Yazar
Klinik Psikolog Dr. Ercüment Doğan, Ph.D.

Y. Doç. Dr. Ercüment DOĞAN,  lisans öncesi öğrenimlerinin ardından Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde başladığı Lisans eğitimini 1994 yılında tamamlamıştır.  1999 yılında Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde Klinik Psikoloji Yüksek Lisansını “Negatif Duygulanım, Pozitif Duygulanım ve Somatik Bileşen Temelinde Depresyon ve Anksiyete (Kaygı) Arasındaki Farklılıklar” başlıklı çalışması ile tamamlamış ve lisansüstü derecesini alarak Klinik Psikolog uzmanlığını almıştır.   2005-2007 yılları arasında Chicago Psikanaliz Enstitüsü‘nün düzenlediği 2 yıllık Analitik Psikoterapiler eğitimlerini tamamlamıştır.   2004 yılında merkezi Avrupa’da bulunan “EMDR Institute” tarafından verilen eğitimleri almış ve EMDR uygulayıcısı Psikoterapist olmuştur.   Doktora derecesini 2001 yılında “Çalışanın İşine Cezbolması: Dönüştürücü Liderlik ...

Yazarı sosyal medya'da takip edin
youtube
facebook
twitter
linkedin
instagram
Etiketler
Travmatik yaşantı
Klinik Psikolog Dr. Ercüment Doğan, Ph.D.
Klinik Psikolog Dr. Ercüment Doğan, Ph.D.
İstanbul - Klinik Psikolog
Facebook Twitter Instagram Youtube