Kardiyovasküler hastalıklar ve fonksiyonel besin ilişkisi

Kardiyovasküler hastalıklar ve fonksiyonel besin ilişkisi

Beslenme ile ilintili kronik hastalık riskinin tüm dünyada artması sağlıklı beslenme bilincini doğurmuştur. Beslenme ve sağlık üzerine yapılan araştırmalar diyetin insan yaşamındaki önemini her gün ortaya koymakta, uzun ve sağlıklı yaşamanın sırları, yeterli ve dengeli beslenmede aranmaktadır. Bazı besinlerin “doğal” yollardan hastalıkların önlenmesi ve tedavisindeki etkinliğinin bilimsel olarak ortaya konulması, sağlığımızın korunmasında beslenme desteğinin önemini arttırmıştır. Bu nedenle gelişen bir besin endüstrisi alanı olarak kabul edilen fonksiyonel besinlerin tüketimi ve etkileri, üzerinde durulan konulardan biri olmuştur(2)

Fonksiyonel besinler normal bir diyetin parçası olarak tüketilmesi amaçlanan, temel beslenme fonksiyonları ötesinde insan sağlığını arttırma ya da hastalık riskini azaltma potansiyeline sahip olan bileşenler içerir. Fonksiyonel besinler besin olarak kalmalı ve etkilerini diyetle tüketilen miktarlar doğrultusunda sağlamalıdırlar. Hap veya kapsül değil normal besinin bir parçası olmalıdırlar. Fonksiyonel besinler açlığı giderme ve gerekli besin öğelerini karşılamanın yanı sıra hastalık risklerini azaltmak, zihinsel ve fiziksel performansı arttırmak, büyüme ve gelişmeyi teşvik etmek ve yaşam kalitesini arttırmada etkilidir.(1,2)Fonksiyonel besin kavramı ilk olarak Japonya‟nın yetersiz doğal kaynaklarının yarattığı sorunları aşmak amacını taşıyan sürdürülebilir ve iyi  beslenme sağlayabilme çalışmalarının ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Japonların FOSHU (Foods For Specific Health Use) adını verdikleri fonksiyonel besinler 1990‟lı yılların başlarında ABD‟de, ortalarında ise Avrupa‟da tartışılmaya başlanmıştır. Dünya‟da FOSHU logosuna sahip 800‟den fazla ürün tüketime sunulmaktadır ve bu sayı giderek artmaktadır. Avrupa ülkelerinde ise özellikle spor ve enerji içecekleri başta olmak üzere fonksiyonel ürünlere eğilim 1994 yılından itibaren artmaya başlamıştır. Fonksiyonel besinlerin Türkiye‟deki gelişimine bakıldığında, ilk olarak 2004 yılında sindirime yardımcı olan ürünler, 2005 yılında bağışıklık sisteminin gelişimine katkıda bulunan ürünler ve 2006 yılında da kolesterolü düşürmeye yardımcı olan ürünler dikkat çekmiştir .(1)Fonksiyonel besin tüketiminin, kanser riskinin azaltılması, kalp sağlığının geliştirilmesi,bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi, menopoz semptom ve bulgularının azaltılması, gastrointestinal ve üriner sistem sağlığı, anti-inflamatuar etkileri, kan basıncının azalması, görme fonksiyonlarının korunması, anti-bakteriyel ve anti-viral etki göstermesi, osteoporoz ve obeziteyi azaltması gibi sağlık açısından çok sayıda pozitif etkisi olduğu çeşitli ülkelerde yapılan epidemiyolojik araştırmalar ve randomize klinik çalışmalarla ortaya koyulmuştur.(2)

Kardiyovasküler hastalıklar;İnsanda intimal kalınlaşma,lipit birikimi ve kalsifkasyonla karakterize arter lezyonları 17.yüzyılda tanımlanmıştır.Bu lezyonlara 1829 yılında “arteriosklerozis” denmiş,lipit birikimi ile belirlenen özel şekli 1904’de arterosklerozis olarak adlandırılmıştır.Kokroner aterosklerozisin trombosiz ve miyokard enfarktüsü ile ilintisi 1912 de açıklanmıştır.Hastalığın diyetle ilintisi ise 1908 ‘den itibaren açıklanmaya başlanmıştır.(18)

Karotenoidler  

Daha çok bitkilerde (meyveler,çiçekler, yosun ve fotosentetik bakteri) bulunan, yağda çözünen pigmentlerdir. Fotosentetik olmayan bazı bakterilerde (mayalar ve küfler) de bulunurlar.Doğal tüketilen besinlerde en çok rastlanan karotenoidler beta karoten, alfa karoten, likopen, lutein, beta kriptoksantin, zeaksantin ve astaksantindir(1,2).Karotenoidlerin antioksidan özelliklerinden ötürü başlıca biyolojik etkileri lipid peroksidasyonuna, ateroskleroz patogenezi, DNA oksidasyonu ve kansere karşı potansiyel koruyucu görev üstlenmesidir. Kolesterol sentezini inhibe edip, LDL degredasyonunu arttırdığından kardiyovasküler hastalık riskinide azaltır.(1) A vitamininin ön maddesi olan beta-karotenin kalp krizlerinde, iskemi ve reperfüzyon esnasında da önemli etkinliği olduğu ifade edilmektedir.108 hasta ve kontrol grubunda yapılan Rotterdam çalışmasında aortik ateroskleroz insidansı diyetle likopen alımıyla anlamlı derecede ters ilişki gösterilmiştir(2).

Diyet lifleri

Fizyolojik etkilerine göre diyet posası çözünür posa ve çözünmez posa olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Besinler,her ikisinin karışımını içerirler(2).Hem çözünür hem de çözünmez lifler mide ve ince bağırsaktan sindirilmeden geçerler. Kalın bağırsakta kolon bakterileri tarafından farklı uzantılarla fermente edilirler. Bu işlem sonunda lifin en önemli sağlık yararını sağlayan kısa zincirli yağ asitlerini oluştururlar. Fonksiyonel liflere selüloz, maltodextrin, polidextroz ve inülin verilebilir.(1)Pektik ögeler, sakızlar, β glukan yapıdaki polisakkaritler, yulafta daha çok bulunan musilajlar ve kurubaklagilde daha çok bulunan dirençli nişasta suda çözünür posa türleridir ve tüm diyet posasının %15-50’sini oluştururlar. Çözünür posalar besinlerde sert bir doku yerine yulaf kepeğinde olduğu gibi yapışkan veya viskoz (zamk, musilaj ve pektin) olacak şekilde erirler. Bu gibi posalar genellikle az yağlı veya yağsız besinlerde, doku ve kıvam vermek için kullanılır. İnsan vücudunda pektin, yağlı maddelere yapışarak vücuttan dışarı atılmasını sağlayarak farklı bir rol oynar. Bu özellik kan kolesterol seviyesinin düşürülmesinde etkili olmaktadır. Çözünür posa, bağırsaklardan safra asitlerinin emilimini engelleyerek karaciğerde kolesterol sentezi için gerekli öncü ögelerin konsantrasyonunu azaltmaktadır. Ayrıca yulaf, arpa, pirinç kabuğu gibi posa kaynaklarında bulunan gamma tokotrienol karaciğerde kolesterol sentezini engelleyerek serum kolesterolünü düşürmektedir(2). Amerikan Diyetisyenler Derneği (ADA) sindirimi iyileştirmek ve kabızlığı önlemek, doygunluk hissini arttırmak, obezite kontrolüne yardımcı olmak, divertiküliti önlemek ve tedavi etmek, bağırsakta kolesterol emilimini azaltmak, diyabetik hastalarda glisemi kontrolü ve kolorektal kanser ile meme tümörlerini önlemek için diyetle 20 ila 35 gramlif alımı önermiştir(1,2).Posa (özellikle çözünür posa) tüketimi yüksek olan toplumlarda serum kolesterol düzeylerinin daha düşük ve kardioyvasküler hastalıklardan ölümlerin daha az olduğu bilinmektedir. (2)

 Çözünebilir bir posa olan beta-glukan içerir. Beta glukan kalp damar hastalıklarında önemli bir risk faktörü olan kandaki kolesterol seviyesini düşürerek, kalp damar hastalıkları riskini azaltabilmektedir ( Özcan ve ark, 2006, Tudorica ve ark., 2004. β-glukan, sindirilemeyen, nişasta olmayan polisakkaritler olarak tanımlanmakta olup, en önemli diyet liflerinden biri olarak nitelendirilmektedir. β-glukanı en fazla içeren tahıl kaynakları arpa ve yulaftır. β-glukan içerikli tahıl bazlı fonksiyonel gıdaların tüketiminin; kan kolesterol seviyesini ve kalp ile ilgili hastalık riskini azalttığı, toplam serum kolesterol ve LDL- kolesterolü düşürücü etkisi olduğu belirtilmektedir(2,8,9).Betaglukan içeren yulaf unu günde 5-10gram tüketildiğinde kalp hastalığı riski azalrmaktadır. Düşük yağlı diyete ek olarak bir tahıl ürünü olan psyllium tüketildiğinde kan kolesterol ve LDL-kolesterol düzeyleri dolayısı ile KKH riski azalmaktadır (Coşkun, 2005). 3gram betaglukan serum kolesterol düzeyini % 5oranında düşürmektedir. Bu oran 40gram kuru yulaf kepeğinde bulunmaktadır(2). Son yıllarda yapılan çalışmalar keten tohumunda bulunan lifli bileşiklerden lignan üzerine yoğunlaşmıştır (Setchell et al, 1981).Keten tohumu tüketiminin toplam ve LDL kolesterolü düşürdüğü ve damarlardaki birikimi azalttığı bulgulanmıştır (Açkurt, 1999).

Keten tohumu içeren besin bütünleyicilerle serum kolesterol seviyesinde de düşme gözlenmiştir. Hiperlipidemik hastalarda aterojenik riski azaltır, arteriyal fonksiyonu düzeltir ve platelet bileşimi ve işlevini olumlu yönde etkiler (Oomah and Mazza, 2000).(2,15)Lignanlar serum kolestrolünü, kolestrol metabolizmasında yer alan 7α-hidroksilaz ve açilCoA kolestrol transferaz enzimlerinin aktivitesini düzenleyerek düĢürebilirler. Ketendeki lignanlar ayrıca oksidatif stresi de azaltabilirler. SDG, enterediol ve enterolakton in vivo koşullarda çoklu doymamış yağ asitlerinin peroksidasyonunu inhibe ederek antioksidan etki gösterirler .(15)

Yağ asitleri

Uzun zincirli esansiyel yağ asitleridir. İnsan vücudunda sentez edilmeyip diyetle alınmaları gereklidir.Omega 3 yağ asidi linolenik asitten, omega 6 yağ asidi linoleik asitten ve omega 9 yağ asidi de oleik asitten türetilmiştir. Omega 3 yağ asidi tipleri alfa linolenik asit (ALA), eikosapentaenoik asit (EPA) ve dokosaheksaenoik asitdir (DHA). İnsan vücudu alfa linoleik asidi EPA ve DHA‟ya çevirir. Omega 6 yağ asidi olan linoleik asit vücutta gama linoleik aside (GLA) dönüşür ve daha sonra araşidonik aside (AA) çevrilir. Omega 3‟ten sentezlenen EPA ve omega 6‟dan sentezlenen GLA daha sonra hormon benzeri bileşik olan eikosanoidlere dönüştürülür.(1). PUFA eksikliğinde, koroner kalp hastalıkları, kan lipit dengesizlikleri, yüksek tansiyon, damar sertliği, trombosiz, damar spazmları, kanser, astım, oto-bağışıklık sistemi hastalıkları, iltihaplı hastalıklar, peroksimal bozukluklar ve sedef hastalığı riski artmaktadır.(5,7)..Kardiyovasküler hastalıklarda omega-3 yağ asitlerinin rolü 1970'li yıllarda Bang ve Dyerberg (1972) tarafından Eskimolarda rapor edilmiştir. Eskimolarda, diyetlerinde yüksek yağ bulunmasına karşın kalp hastalıkları insidansının düşük olduğu gözlenmiştir.(2,5)

Yapılan bazı çalışmalarda omega-3 yağ asitlerinin trigliseritleri % 25-30 oranlarında düşürdüğü ancak LDL kolesterolü etkilemediği saptanmıştır (Açkurt, 1999).Omega-3 yağ asitlerinin kanser, romatoid artrit, psoriazis, Crohn hastalığı, bilişsel disfonksiyon ve kardiyovasküler hastalık gibi bazı kronik durumlardaki fizyolojik etkilerinin araştırıldığı yüzlerce klinik çalışma yapılmıştır (Rice, 1999) ve en iyi belgelenmiş yararı kalp sağlığı üzerindeki rolüdür. (2)EPA ve DHA alımı günde 2 gramı geçmemek kaydıyla omega-3 yağ asidi takviyelerinin kullanımı güvenilirdir. (Raghuveer, 2009).(2) . Günlük alınması  gereken EPA+DHA miktarları genel olarak 2000 kalorilik diyette; alınan enerjinin %0.6-1.2'si veya 1.3-2.7 g/gün EPA+DHA olarak tahmin edilmektedir.Bu miktarlar da AHA Dietary Guidelines'ın haftada 2 kez balık tüketimi önerisi ile örtüşmektedir.(7)

Balık yağlarının biyolojik etkileri; triaçilgliserol ve çok düşük dansiteli lipoproteinlerin (VLDL) hepatik sentez ve sekresyonunun inhibisyonu yanında postprandial lipemide

azalma, dolaşımdaki yüksek dansiteli lipoproteinlerde(HDL) artma, trombosit agregasyonunun inhibisyonu ve kardiyak aritmilerin önlenmesidir (Corner, 2001).

Omega-3 yağ asitlerinin miyokardı elektrik olarak stabilize ettiği, ventrüküler aritmi

olasılığını düşürdüğü ve ani ölüm riskini azalttığı düşünülmektedir(2) Bazı omega 6 yağ asitleri diyabetik nefropati, romatoid artirit, adet öncesi sendrom, cilt hastalıkları ve kanser tedavisinde hastalığın seyrini iyileştirebilir.Tekli doymamış yağ asidi omega 9 ise kalp krizi ve ateroskleroz riskini düşürür ve kanserin önlenmesinde yardımcıdır.(1)

Fenolik bileşikler

Fenolik bileşikler: Flavonoidlerin serbest radikalleri yakalama, serbest radikal zincirini bozma, demir, bakır gibi minerallerle çelat yapma, trombosit yapışmasını ve toplanmasını ve damar sertliğini önleme gibi antioksidan özellikleri vardır(2,15,16).Özellikle antioksidan, antiöstrojenik ve antiproliferatif etkileri flavonoidlerin kalp damar hastalıkları ve kanser üzerindeki olumlu etkilerini açıklayabilmektedir.

Çayın polifenolik bileşikleri, lipit peroksidasyonunu önleyerek ve serbest radikal süpürücü özellikleriyle antioksidan etki gösterirler.Epidemiyolojik çalışmalarda çay tüketiminin kalp krizi, koroner kalp hastalıkları, bazı kanserler ve karaciğer rahatsızlıkları riskini azalttığı gösterilmiştir(2). Yüksek miktarda flavonoid alımı (yaklaşık 30 mg/gün) ile düşük miktarda alım (<19 mg/gün) karşılaştırıldığında koroner kalp hastalıklarında yaklaşık %50 oranında bir azalma görülmüştür. Bu etkinin varsayılan mekanizması ise LDL oksidasyonu ile platelet agregasyonunun inhibisyonunu içermektedir.(15)

Flavonoidler proantosiyanidin, kuersetin ve epikateşini içerir ve çoğunlukla çikolata, çay ve şarapta bulunur. Kırmızı şarapta resveratrol içerir, üzüm kabukları, çekirdekleri ve saplarından elde edilen antioksidan üründür (1)Kırmızı üzüm kabuğunda bulunan antioksidan özellikli fenolik bileşiklerin, kırmızı üzüm suyu ve şarap tüketen bireylerde yüksek oranda yağ tüketimine karşın kalp hastalığı oranının düşük olmasında etkili olduğu birçok araştırmacı tarafından "Fransız Paradoksu" olarak ifade edilmektedir .Üzüm ve şarapta bulunan fenolik bileşiklerin insanda kötü kolesterol olarak bilinen LDL’yi düşürdüğünün tespit edilmesi tıp ve eczacılıkta büyük önem taşımaktadır. Siyah üzüm suyu ve kırmızı şarapta bulunan başlıca fenolik bileşikler flavonoid, antosiyanin ve flavonollerdir (14)Onsekizinci yüzyılın (18.yy) başından beri alkolün kardiyovasküler sistem üzerine faydalı etkilerinin olduğundan sözedilmekle beraber bilimsel araştırmaların çoğu çok uzun yıllar sonra yapılmıştır. Araştırmaların büyük çoğunluğunun ortak görüşü kardiyovasküler sistem üzerine hafif-orta derecede alkol tüketiminin faydalı olduğu, fazla tüketiminin ise sağlığı olumsuz etkilediği yönündedir. Gözlemsel ve metabolik çalışmalarda kardiyovasküler yararın günde 1-2 kadeh alkollü içecekle (15-30g etanol/gün) görüldüğü belirtilmiştir. Bu ilişki alkolün HDL kolesterol düzeyini artırması ile açıklanır. Rimm ve ark. tarafından yapılan meta-analizde, alkol tüketiminin koroner arter hastalıgı (KAH) riskini azaltıcı etkisi yüksek oranda HDL kolesterol ve insülin duyarlılığını arttırmasına, fibrinojeni azaltmasına bağlanmıştır ( Rimm, 2000).

Şarabın özellikle de kırmızı şarabın kalp damar hastalıkları riskini düşürdüğünü

kanıtlayan sonuçlar giderek artmaktadır. 1970’li yıllarda Fransa’nın belli bölgelerinde

yaşayan ve bol miktarda kırmızı şarap tüketen bireylerde yüksek oranda yağ tüketimine

karşın diğer batı toplumlarına göre kalp hastalığı oranının düşük oluşu araştırmacıların

dikkatini çekmiştir(2)Şarap tüketimi ile kalp damar hastalıkları arasındaki

ilişki ilk defa 1979 yılında Leger ve ark.’nın yürüttüğü 18 ülkeyi kapsayan çalışma ile

ortaya konulmuştur. Çalışmada kadınlar ve erkeklerde şarap tüketimiyle koroner kalp

hastalığı ölümleri arasında güçlü bir negatif ilişki olduğu görülmüştür. Fransa’da yağlı

süt ürünleri açısından zengin beslenme alışkanlıklarına rağmen, kalp damar

hastalıklarının görünme oranı daha düşüktür (Renaud and Lorgeril, 1992).

Daha sonra yapılan araştırmalar bu etkinin şaraptaki flavonoidler gibi alkol olmayan

ögelerle sağlanabileceğini göstermiştir. Aterojenezis prosesinde LDL'nin oksidasyonunu

önleyen fenolik grupların kırmızı şarapta yüksek düzeylerde olduğu saptanmıştır.

Kırmızı şarabın fenolik bileşenleri beyaz şaraptan 20-25 kat daha fazla bulunmuştur.

Kırmızı şarabın yüksek fenolik içeriği üretim sırasında fermente olan üzüm suyuna,

üzüm kabuklarının ilave edilmesinden kaynaklanır (Özcan ve ark, 2006).

Şarabın sağlığa faydalı etkileri, alkole bağlı riskin ortadan kaldırılması için alkolsüz

şarap üretimi düşünülebilir. Alkolsüz şarabın toplam plazma antioksidan kapasitesini

arttırdığı görülmüştür (Serafini ve ark, 1998). Ayrıca Day ve arkaşları yapmış

oldukların çalışmada (1998), ticari üzüm suyunun, LDL kolesterolünün oksidasyonunu

inhibe ettiğini görmüşlerdir.(2)

Nar suyunun delfinidin, siyanidin, pelargonidin gibi antosiyaninlerden ve pinikalin, ellagatinler ve ellagik asitten dolayı yüksek antioksidan kapasitesine sahip olduğu bilinir. Nar damar üzerindeki hasarı engelleme, otooksidasyon zararlarına karşı hücreleri koruma, normal oranda kan glikoz seviyesini koruma, stokinlerin (hücrelerin birbirleriyle

iletişimini sağlayan protein ve peptidlerin bir grubu) oluşumunu destekleme, doğal tümörleri inhibe eden hücre kapasitelerinin artırılması gibi beslenme ve terapatik etkileri sonucu olarak popülerdir.(14)

Kuersetinin in vitro şartlarda trombosit kümeleşmesini ve LDL oksidasyonunu önlediği, başka bir çalışmada ise kanda toplam kolesterol ve LDL kolesterolü azalttığı belirlenmiştir (Liu, 2003; Hertog vd., 1997).(16)

Zeytin yaprağı,zeytinyağı kadar zeytin yaprağı ekstrelerinden elde edilen bileşiklerin antihipertansif, anti-aterojenik, kardiyoprotektif, hipokolesterolemik ve antioksidan özelliklere sahip olduğunu göstermektedir Zeytin yaprağı ekstresinde başlıca beş grup fenolik bileşik bulunur; oleuropeositler (oleuropein ve verbascoside), flavonlar (luteolin-7- glukozit, apigenin-7-glukozit, diosmetin-7-glukozit, luteolin ve diosmetin), flavonoller (rutin), flavan-3-oller (kateşin) ve sübstitüe fenoller (tirosol, hidroksitirozol, vanilin, vanilik asit ve kafeik asit). Serbest radikalleri nötralize etme yetenekleri iyi bilinen, özellikle reaktif oksijen ve nitrojen türlerinin insan vücudunda oluşturduğu hasarı azaltan bu fenolik antioksidan bileşikler, yaşlanma belirtilerini ve hücre degradasyonunu azaltarak birçok dejeneratif hastalığı önleyebilir.Evre-1 hipertansiyonu olan hastalarda günde iki kez (500 mg) zeytin yaprağı ekstresinin, sistolik ve diyastolik kan basıncı üzerinde, günde iki kez etkin doz (12.5-25 mg) kaptopril tedavisine benzer tansiyon düşürücü etkisinin olduğu gösterilmiştir. Ayrıca, ekstrenin lipit profili üzerinde de (trigliserid, total ve LDL kolesterolü düşürücü) faydalı etkilerinin olduğu bildirilmiştir.(6)

Alıç meyvesi, kalp-damar sistemi üzerinde pozitif etkiler gösteren 3 grup ana bileşik içerir. Bu bileşikler; triterpenoid saponinler, aminler ve flavonoitlerdir.Kalp yetmezliği, damar tıkanıklığı, anjin ve hipertansiyon tedavisinde kullanılmaktadır. Alıç çok güçlü antioksidan özellikler veren flavonoid bileşikleri açısından oldukça zengindir. Alıç’ın antioksidan özellikli serbest radikal oluşumunu engelleyerek kalbin tümünü olumlu yönde etkilemektedir. Oligometrik proanthocyanadin (OPC) içeriği dolayısıyla kan damarlarının kolajen entegrasyonunda gelişme sağlar. OPC içeriği dolayısıyla alıç damarların iç cidarlarında plaka birikimlerini önler ve mevcutların da kalınlıklarını azaltarak inceltir. Ayrıca kan damarlarında kolajen entegrasyonunu sağlanmasını teşvik eder ve kolesterol seviyesini de düşürür.

İçindeki flavanoitlerden dolayı kalbe kan getiren damarları genişleterek kan sirkülâsyonunu hızlandırır. Genişlemiş damarlar yüzünden kalbe oksijen dağılımı da iyileşir. Kalp kaslarına olan kan dolaşımını arttırdığından dolayısıyla kasların oksijenden faydalanabilmelerini de arttırmış olur. Kalbe olan kan akışını arttırarak ve peripheral dokudaki kan sirkülasyonuna olan direnci düşürerek kalp kaslarının kasılma kuvvetini arttırıp tıkanmaları azaltır. Alıç kalpteki enerjiyi arttırır, kalp kasları cidarlarının kasılmalarını iyileştirir ve neticede kanın vücuda daha etkin bir şekilde pompalanmasını sağlayarak kalbi oksijen eksikliğinden korur. Kalp fonksiyonlarını iyileştirerek, bir diüretik olarak çalışarak, Angiotensin Converting Enzyme (ACE)’ini de baskılayarak ve kan damarlarını genişleterek kan basıncını düşürür. Birçok farmakolojik ve klinik calışmalar bu bitkinin damarları açıcı özelliği olduğunu göstermektedir, böylece kalbin kan desteğini düzenler ve kolesterol seviyesini de düşürdüğü belirtilmiştir.Kardiyovasküler olarak birincil derecede koruyucu bileşen flavonoitler ve OPC’lerdir. Bu yüzden alıç mükemmel derecede antioksidant aktiviteye sahiptir. Koroner kan akışını artırır, oksijen dolaşımını destekler, ve bu da kalp için oldukca faydalıdır. Bu bitkinin ekstaktları flavonoit iceriğinden dolayı kan damarlarını düzenler, kollajenleri stabilize edici özellik taşımaktadır. Alıç extraktları kolesterol, trigliserit, LDL ve VLDL gibi plazma lipidlerinin taşınmasını önler. Ayrıca karaciğere LDL kolesterolun girisiyle sonuçlanan hepatic LDL reseptorlerini düzenler. Aynı zamanda safranın akışını desteklemesi ve kolesterol biyosentezini bastırarak karaciğere kolesterol birikimini önler. Alıç cardiotropiktir ve kan damarlarını genişletici etki gösterir. Kalp hastalığı, atherosklerosis, hipertansiyon yada yüksek kolesterolü olan hastalarda oldukça etkilidir ve fitoteropatik olarak düşük risklidir. Sekiz hafta boyunca tamamlayıcı olarak alıç kullanımı sonucunda kalp performansı açısından açıkca iyileşme gözlenmiştir.Hipertansiyona karşı kullanılan bu bitki ceşitli potansiyellerinden dolayı kontrol edilmesi zor olan durumlarda düşük tansiyona sebep olabilir. Ayrıca bugun alıç ilaç endüstrisinde de yararlanılan bir bitkidir. Almanya ve İsviçre başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde alıçtan hazırlanan bitkisel ilaçlar kullanılmaktadır(3)

Soya proteini

Soya fasülyesinin ana maddesidir. Bitkisel bazlı proteinler arasında tektir çünkü tüm temel amino asitleri büyük miktarda içerir. Birçok sağlık yararı olan izoflavonlarla ilişkilidir. Hayvansal kaynaklı proteinlerin yağ oranı (özellikle doymuş yağ) yüksek olduğundan kaliteli bir protein alternatifi olarak beslenmede et yerine tercih edilebilir. (1) Yüksek kaliteli protein içeren ve FDA tarafından sindirilebilirlik oranı yüksek bir bitkisel kaynak olarak onaylanmış olan soya, kardiyovasküler kalp hastalıklarında, kanser, osteoporozis ve menapozal semptomlarda koruyucu ve tedavi edici etkinliği ile bilinmektedir. Kolesterol düşürücü etkisi üzerine birçok çalışma yapılmıştır. 1995 yılında 743 bireyde yapılan 38 ayrı çalışmada, soya proteini tüketimi ile toplam kolesterolde % 9.3, LDL kolesterolde % 12.9, trigliserit düzeylerinde % 10.5 düşme, HDL kolesterolde % 2.4 artış izlenmiştir (Anderson et al, 1995). Soyada kolesterol düşürücü etkiyi sağlayan ögeler araştırılırken isoflavonlar üzerinde çalışmalar yoğunlaştırılmıştır(2)Soya proteini kadınlarda kardiyovasküler hastalık riskini azaltır. Soya protein tüketimi plazma kolesterol ve trigliseridleri azalttığı gibi vücut ağırlığı ve yağ kütlesini de azaltır. Koroner kalp hastalığından korunmada etkilidir.(1)

Bitki stanol ve streolleri

Fitosteroller (bitkisel sterol ve stanoller) bitkilerin hücre membranının temel bileşenidir.

Bitkisel besinlerda yaygın olarak bulunurlar. Fitosterollerin başlıca kaynakları bitkisel

yağlar, yağlı tohumlar, kurubaklagiller, tahıl ve tahıl ürünleridir. Bürüksel lahanası,

karnahabar, lahana, yeşil ve siyah zeytin de bitkisel sterol ve stanol içermektedir.

Bitkisel kaynaklı besinlerin dışında yumurta sarısı, karaciğer ve kabuklu hayvanlar batı

diyetlerinde fitosterollerin önemli kaynağıdır.(2) Stanoller besinlerde sterollerden çok daha küçük miktarlarda mevcuttur. Her ikisi de bitki hücre zarlarının temel bileşenidir ve yapısal olarak aynı zamanda bir sterol olan kolesterole benzerler. Ancak kolesterol ağırlıklı olarak hayvansal kökenlidir. İnsan karaciğerinde sentezlenir, hücre duvarının yapısında veya testesteron ve östrojen gibi steroid hormonlar için bir yapı taşı görevi görmek gibi önemli rollere sahiptir. Sitosterol en bol bulunan bitkisel siteroldür ancak kampesterol ve stigmasterolde önemli miktarlarda bulunur. Sitostanolde küçük miktarlarda diyette mevcuttur.(1). Fitosteroller yapısal olarak kolesterole benzer özellikte olup kolesterolün barsaklardan emilimini azaltırlar. Son on yıldır, saflaştırılmış bitkisel sterol ve/veya stanoller

hipokolesterolemik etkileri nedeniyle fonksiyonel besin bileşeni olarak çeşitli besinlere ilave edilmektedir (Marangoni and Poli, 2010). Fitosterollerin kolesterol düşürücü etkisi 1950’li yıllardan beri bilinmektedir. Yapılan 26 güvenilir çalışmada 2 hafta boyunca günde 5-10g/gün fitosterol ilavesi ile plazma kolseterol seviyelerinde % 27 düşüş görülmüştür. Sonradan yapılan çalışmalarda, 3 ila 5 hafta boyunca yüksek dozda (>10g/gün ) fitosterol alımının kan kolesterol seviyelerini % 20’den fazla oranda düşürebileceği görülmüştür(2). Bitki sterol ve stanolleri ile zenginleştirilmiş margarin ve yoğurtlar kötü kolesterolü (LDL) %10 oranında azaltmaktadır. Kolesterol düşürücü etkilerinin yanı sıra anti enflamatuvar, antioksidatif ve antiaterosklerotik özellik gösterirler.(1)

Bitkisel sterol ve stanollerin kolesterolün emilimini engelleyerek düşürmesinin

mekanizması şöyle açıklanabilir;

Bitkisel steroller miçelle birleşmek için kolesterol ile yarışır, bunun sonucu daha

az kolesterol emilir.

Barsaklardaki hücre membranına girmek için kolesterol ile yarışır, bu sayede

kolesterolün düşük alımına neden olur.

Kolesterolün çözünebilir halden çözünemeyen hale gelmesi, emilememesine

neden olur; bu sayede kolesterol feçesle atılır.

Yiyeceklerle alınan fitosteroller barsaklardan kolesterol emilimini azaltır, plazma

toplam kolesterol ve LDL kolesterol konsantrasyonlarını anlamlı bir biçimde düşürür.

İlk yapılan çalışmalarda bitkisel stanollerin kolesterol emilimini bitkisel sterollere göre

daha çok düşürdüğü ve daha büyük bir kolesterol düşürücü etkiye sahip olduğu

gösterilmiştir. Fakat son yıllarda yapılan çalışmalar sterol ve stanolün birlikte

kullanımının daha etkili olduğunu göstermektedir ( Plat and Mensink, 2005).

Son meta analizlerde, rastgele seçilmiş 59 plasebo kontrollü çalışmada fitosterol eklenmiş besinlerin 2 hafta veya daha uzun süre yetişkinlerde kullanımının dolaşımdaki kolesterol seviyelerine etkisi test edilmiştir (Abumweiss, 2008). Ortalama 4500 kişi üzerinde LDL seviyelerinin 0.31mmol/L civarında azaldığı görülmüştür. Kişiler ATP III kriterlerinin yüksek ve düşük LDL kolesterol konsantrasyonları baz alınarak iki gruba ayrılmış ve bireylerde ilk değerlere göre LDL kolesterol seviyelerinde büyük bir azalma kaydedilmiştir. Bu sonuç 85 çalışma analizi yapan Demonty ve arkadaşları tarafından tartışılmış ve sonuçta LDL kolesterol konsantrasyonlarının azaldığı belirtilmiştir (Demonty et al, 2009).

Bitkisel sterol ve stanol tüketimi ile ilgili en önemli sorun lipoproteinleri azaltarak bazı

yağda eriyen vitaminlerin emilimini azaltmasıdır. Yapılan meta analizde dolaşımdaki A,

D ve E vitamini, alfa karoten ve laykopen konsantrasyonunun azaldığı gösterilmiştir

(Katan et al, 2003). Bitkisel sterol ve stanolden zengin beslenildiği dönemlerde bu

vitaminleri yüksek oranda içeren sebze ve meyvelerin tüketilmesi önerilmektedir

(Ntanios, 2002).US Food and Drug Administration (FDA) ve European Union Scientific Committee bitkisel sterol ve stanollerin tamamen güvenilir olduğunu belirtmekte ve fonksiyonel besin olarak kullanımını uygun bulmaktadır. Günde 1,6 – 2 g/gün bitkisel sterol ve/veya stanol alımı kolesterolün barsaklardan emilimini %30, plazma LDL kolesterol sevilerini % 8–10 oranında azaltır. Bitkisel sterol ve/veya stanollerin plazma LDL kolsterolüne olan etkisinin bilinmesinden beri plazma LDL kolesterol düzeylerinin azaltılması

gereken hastalarda hipokolesterolemik etki olarak statinlerin kullanımı eskiye göre ikinci plana itilmiştir. Fitosterollerin günde 3g/gün ve üzerinde kullanımı kolesterol düşürücü ajan etki gösterir ve güvenilirdir (2)

 

Prebiyotikler,probiyotikler,sinbiyotikler

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) probiyotik tanımını, yeterli miktarda alındığında konağın

sağlığına yararlı ‘Canlı mikroorganizmalar’ şeklinde kabul etmiştir. Halen kullanılmakta

olan ve yoğurt başta olmak üzere fermente süt ürünlerinde bulunan çok sayıda probiyotik vardır. Sağlığa yararları bilinmekte olan Lactobacillus bifidobacterium, Streptococcus, Lactococcus ve Saccharomyces en yararlı organizmalardır ( Puupponen et al, 2002).(2)

Probiyotikler Lactobasil türleri, Bifido bakterisi türleri ve mayaları içine kapsayan canlı mikroorganizmalardır. Belli miktarlarda sindirildiğinde bağırsak florasının dengesini sağlarlar.Prebiyotikler, Bağırsak florasının iyileştirilmesinde olumlu etkiye sahip sindirilemeyen besin maddeleridir. Prebiyotikler çoğunlukla oligosakkaritlerdir ve bifido bakterinin büyümesini teşvik ederler. Bu sebeple bifidojenik faktörler (fruktooligosakkaritler, inülin, soya oligosakkaritleri, laktitol vb.) olarakta bilinmektedirler. Sinbiyotik terimi hem probiyotik hem de prebiyotik içeren ürünler için kullanılır. Hem yararlı bakterileri hem de bu bakterilerin büyümesi için gerekli ortamı sağlar. En iyi sinbiyotik kombinasyonlar: Bifido bakteri ve oligosakkaritler, Laktobasil GG ve inulin, bifido bakteri ve laktobasil ile fruktooligosakkaritler veya inülindir .(1)

Probiyotik, prebiyotik ve sinbiyotikler lipit metabolizmasıyla ilişkili olarak kan kolesterolüne etkide bulunarak koroner kalp hastalığının önlenmesinde yardımcı olmaktadır.Yapılan bir çalışmada panelistler tarafından 750 ml oranında pastörize ve pastörize edilmemiş yoğurt tüketilmiş olup 12 haftadan sonra panelistlerin kolesterol seviyelerinde azalma saptanmıştır(10)

Hiperkolestremik insanların 109/g oranında probiyotik bakteri içeren fermente süt ürünleriyle beslenmesi sonucu, kolestrol değeri 3.0 g/l’den 1.5 g/l’ye düşmüştür (Shah, 2001).(11)

Probiyotiklerin kalp damar hastalıklarına etkisi ;kolestrolün bakteri hücresi içinde asimilasyonu, Safra tuzu hidrolaz enzim aktivitesi ile safra tuzlarının atılımını arttırmak, antioksidasyon etkisidir.(4)

Bazı laktik asit bakterilerinin kandaki kolesterol miktarını hidroksi metil glutaril coA redüktaz üretimi ile azalttığı saptanmıştır.Probiyotik ve prebiyotik içeren fermente süt ürünün 3 haftalık kullanımı sonrası kontrol grubuna göre total kolesterol düzeyinde %4,4 ,düşük dansiteli lipoprotein düzeyinde %5,3 lük düşüş sağladığı saptanmıştır.Bir başka çalşmada ise 4-8 hafta süreyle fermente yoğurt ile beslenenlerde benzer sonuçlar görülmüştür.(12,13)

 

Dialilsülfitler

Allium sativum (sarımsak) binlerce yıl boyunca birçok farklı tıbbi amaçla kullanılmıştır. Etkileri muhtemelen fizyolojik olarak aktif çok sayıda organosülfür bileşiğinin (örn. allisin, dialilsülfitler) varlığına bağlıdır. Bu ögeler, sarımsağa karakteristik koku ve tat veren yağda ve suda eriyen sülfür içeren bileşiklerdir.Klinik çalışmalarda sarımsağın kan basıncını orta derecede düşürücü etkisi olduğunun gösterilmesinin yanı sıra, epidemiyolojik veriler sarımsak tüketimiyle başta mide kanseri olmak üzere belirli kanser tipleri arasında ters bir ilişki olduğu yönündedir. Sarımsağın klinik açıdan en iyi belgelenmiş etkisi kanda kolesterol düzeyini düşürebilmesidir. Plasebo kontrollü 13 çalışmanın yapılan bir metaanalizde sarımsak tüketiminin (10 mg buharda distile edilmiş yağ ya da standardize sarımsak tozu) total kolesterolü plasebo gruba göre % 4-6 oranında anlamlı ölçüde azalttığını göstermiştir. Sarımsak aynı zamanda antihipertansif özelliğine bağlı olarak kardiyovasküler hastalıklara karşı koruyucu olarak nitelendirilmektedir. Toplam serum kolesterol düzeyinin, günde 900mg sarımsak alımı ile yaklaşık % 9 , bir başka araştırmada 800mg sarımsak tüketimi ile %12 oranlarında düştüğü belirlenmiştir. Ancak bu etki tam olarak açıklığa kavuşturulamamıştır.(2)

Vitamin ve Mineraller

Vitaminler

Folik asit kalp hastalıkları, kolorektal veya göğüs kanseri, Alzheimer hastalığı ve bilişsel bozukluklar gibi hastalıklardan korunmada  yardımcıdır. Niasin ,yüksek kolesterol ve kalp hastalıkları tedavisinde kullanılır. Pantotenik asit yaraların iyileşmesinde ve kolesterol seviyelerinin düşürülmesinde etkilidir. Tiyamin,konjestif kalp yetmezliği ve kanserle mücadelede kullanılmaktadır. piridoksin, kobalamin ve folik asitin kalbi koruyucu rol oynadığı gösterilmiştir.(1) Folik asit, tek başına veya diğer B vitaminleriyle alındığında kandaki homosistein seviyesinin düşmesine neden olmaktadır.(1,16) C vitamini iskorbüt, kurşun zehirlenmesi, kanser, katarakt ve koroner kalp hastalığı ve inme gibi kalp damar hastalıklarını önlemek için gereklidir. Vazodilatasyon ve hipertansiyon gibi kardiyovasküler hastalık patolejileri, kanser, diyabet ve soğuk algınlığı gibi hastalıklarda terapötik olarak kullanılmaktadır.(1) Bir epidemiyolojik incelemede günlük 50 mg’dan daha fazla C vitamini alındığında KDH’dan ölümde %50 oranında bir azalma olduğu kaydedilmiştir.(16)E vitamini cilt iyileşmesi üzerindeki etkilerinin yanı sıra kardiyovasküler hastalıkları hastalığını önlemede yardımcıdır.(1)E vitamininin karaciğerde kolesterol sentezini inhibe ederek serum kan kolesterolünün düşmesine neden olduğu ifade edilmektedir. Tokotrionellerden çok zengin olan palm yağ tüketiminin kanda tormbozu önlediği yani antitormbotik etki yarattığı belirtilmektedir(2). Japonya’da günde 100 mg alınan alfatokoferolün kalp hastalıklarında düşme yaptığı,Finlilerde yapılan çalışmada ise bu vitaminin kalp hastalıklarından ölüm riskini %32 azalttığı gösterilmiştir (Diplock vd., 1998, Kaul vd., 2001).Erkekler üzerinde yapılan bir çalışmada E vitamininin KDH riskini %41 azalttığı belirlenmiştir(Diplock vd., 1998).(16)

K vitamini kardiyovasküler hastalığın önlenmesinde rol oynamaktadır.(1)

 

Mineraller

Magnezyum hipertansiyon, kalp hastalığı, diyabet, osteoporoz, migren nedeniyle oluşan baş ağrıları ve astımın önlenmesinde ve tedavisinde kullanılmaktadır. Potasyum osteoporozun önlenmesinde, inme, böbrek taşının oluşumunun engellenmesinde ve yüksek tansiyon tedavisinde kullanılmaktadır. Krom kardiyovasküler hastalıkların  önlenmesinde ve diyabet tedavisinde kullanılmaktadır.(1)

Selenyum, enzimlerin bir parçası olarak hücrelerarası yapıların oksidasyonla hasar görmesini önleyici antioksidan özelliklere sahiptir.(7,16)Selenyum kalp hastalıkları,damar sertliği gibi farklı hastalıkları olan kişilerin kanında düşük düzeyde görülürken, eksikliğinde Keshan denilen ve kalp yetersizliğine neden olan kalp kası bozukluğuna yol açtığı da bilinmektedir. İz miktarlarda bulunan selenyum deniz ürünleri, et ve ürünleri ve tahıllardan elde edilmektedir(16)

 

Kitin-kitosan

Kitin (poli-1,4-N-asetil-D-glikozamin), kitosan (de-asetile kitin) ve bunların monomer ve oligomer ürünleri deniz ürünleri işlemenin en önemli yan ürünlerindendir. Kitin ve kitosan doğal, toksik-olmayan, yüksek molekül ağırlıklı, suda-çözünmez veya sınırlı çözünür (oligomerler), biyobozunur, su tutma kapasiteleri yüksek, film yapma özelliklerinde polimerlerdir. Kitosan lipitlerin absorpsiyonunu düşürür.Diyet lifi gibi davranarak mide bağırsak sisteminde hidrolize edilmez(7)

Kitosanın kullanıldığı gıda maddelerinde önemli derecede antioksidan etki gösterdiği ve lipit oksidasyonunu geciktirdiği ve etkinin metal iyonları çelatlamayla yakından ilgili olduğu belirlenmiştir. Kitosanın hipokolesterolemik etkisi iyi bilinen bir fonksiyonel gıda özelliğidir. Bu fonksiyondan dolayı Japonya’da kitosan katkılı bisküvi, patates cipsi, makarna, soya sosu ve soya keki üretilmiştir. Diyetlerinde günde 3-6 g kadar kitosan 4 hafta süreyle alan deneklerin serum toplam kolesterol seviyesi önemli derecede düşmüştür.(5)

İzosiyanatlar

Son yıllardaki çalışmalar, turpta iki önemli bileşik olan peroksidaz ve izosiyanatları da işaret etmektedir. Bu maddeler özellikle lipidlerin parçalanmasına olumlu etki yapmaktadır. Kandaki yağ oranının normalden yüksek olması (hyperlipidemia), koroner kalp rahatsızlıklarına sebep olmaktadır. Klinik testlerde, kanlarında yüksek oranda yağ bulunduran fareler, farklı saflıkta peroksizdaz içeriğine sahip turplar ile 15 gün süre ile beslenmiş, bu sürenin sonunda kanlarındaki serum kolestrol, trigliserid, kan şekeri, amilaz ve esteraz enzim aktiviteleri incelenmiştir. Deneylerde kullanılan farelerde 15. günün sonunda, karaciğer ve ince barsaklarda ölçülen serum kolestrol, trigliserid, kan şekeri seviyelerinde azalma belirlenmiş, bunu sağlayan etkenin peroksidaz olduğu ileri sürülmüştür. Turp yumrularının, insan ve hayvan metabolizmasında ortaya çıkan zararlı serbest oksijen radikallerini temizleyen ‘peroksidaz’ ve ‘oksidoredüktaz’ enzimlerinin zengin bir kayağı olduğu vurgulanmıştır(8)

Sonuç

Besinlerin sağlıklı beslenmenin temelini oluşturduğu gerçeği her geçen gün insanların dikkatini daha çok çekmektedir.Tıbbı beslenmenin tek başına yürütülemeyeceği ve besinlerin bu konudaki yararlı etkilerini görmemizle beraber beslenmeye verilen önem gitgide artmıştır.Bu anlamda yapılan araştırmalar bizi sadece besinleri günlük gereksinimlerimiz dışında hastalıkların tedavi edici boyutuyla karşı karşıya getirmektedir.Son yıllarda yapılan araştırmalarda bunu destekler nitelikte olmuş ve bazı besinlerin ayrı bir yerde tutulmasına olanak vermiştir.Fonksiyonel besin tanımıyla karşımıza çıkan besinler bazı hastalıkları önleme,semptomların azaltılması,hastalığın seyrini azaltması gibi yararlı etkileriyle halen araştırılmaya devam etmektedir.

KAYNAKÇA

1.KANDIRALI Ş. (2014). Özel bir sağlıklı beslenme ve diyet danışmanlığına başvuran danışanların fonksiyonel besinlere yönelik farkındalığı,bilgi düzeyleri ve tüketim sıklıklarının araştırılması Yüksek Lisans Tezi, Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü.

2.ŞAFAK M.(2002) Sağlık çalışanlarının fonksiyonel besinlere yönelik bilg,tutum ve tüketim durumlarının belirlenmesi Yüksek Lisans Tezi, Haliç Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

3.Batu,A. (2012).Alıç Meyvesinin Fonksiyonel Gıda Olarak Değerlendirilmesi ve İnsan Sağlığı Bakımından Önemi.Türk Bilimsel Derlemeler Dergisi.5 (2): 01-05. 

4.Ceylan ,N.,Alıç,H.(2012).Bağırsak Mikroflorası ve Probiyotikler.Türk Bilimsel Derlemeler Dergisi, 5 (1):107-113.

5.Yılmaz,E.,Tekinay,A., Çevik,N.(2006)Deniz Ürünleri Kaynaklı Fonksiyonel Gıda Maddeleri Journal of Fisheries & Aquatic Sciences (1/1): 523-527.

6.Armutcu,F.,Akyol,S.Hasgül,R.,Yiğitoğlu,R.(2011).Zeytin Yaprağının Biyolojik Etkileri ve Tıpta Kullanımı.1(3);159-165               

7.Mısır,G.(2013).Denizel Kaynaklı Bazı Fonksiyonel Gıdalar ve Gıda Bileşenleri.

8.Akan ,S.,Veziroğlu,Özgün,S.,Ellialtıoğlu.,Ş.(2013) .Turp (Raphanus sativus L.) Sebzesinin Fonksiyonel Gıda Olarak Değerlendirilmesi.YYÜ TAR BİL DERG (YYU J AGR SCI) .23(3): 289- 295.

9.Özcan,T. Kurtuldu,O.,Delikanlı,B.(2013). Tahıl İçerikli Süt Ürünlerinin Geliştirilmesinde Β- Glukan Kullanımı .27(1),87-96.

 10.Seçkin,A.,Baladuran,A.(2011).Süt ve Süt Ürünlerinin Fonksiyonel Özellikleri, C.B.Ü. Fen Bilimleri Dergisi.27–38.

 11.Küçüköner,E.,Özçelik,S.,Sağdıç,O.(2004).Probiyotik ve Prebiyotiklerin Fonksiyonel Özellikleri, Atatürk Üniv. Ziraat Fak. Derg. 35 (3-4), 221-228.

12.Schaafsma G. Meuling W ,van Dokum W et.( 1998)Al effects of a milk product,fermented by Lactobacillus acidophilus and with fructooligosaccharides added on blood lipid in male volunterers.Eur J Clin Nutr ;52:436-440

13.Agerholm -Larsen,Bell M,Grunwald G.( 2000 )The effect of a probiotic milk product on plasma cholesterol:a meta analysis of short-term intervention studies.Eur J Clin Nutr;54:856-860

14.Nizamlıoğlu,M.,Nas,S.(2010).Meyve ve Sebzelerde Bulunan Fenolik Bileşikler;Yapıları ve Önemleri.Gıda Teknolojileri Elektronik Dergisi.5(1), (20-35).

15.İşleroğlu,M.,Yıldırım,Z.,Yıldırım,M.(2005) Fonksiyonel Bir Gıda Olarak Keten Tohumu.GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 22 (2), 23-30.

16.Kalp-Damar Hastalıkları ve Antioksidanlar Zühal OKCU Fevzi KELEŞ, Atatürk Üniv. Ziraat Fak. Derg.40 (1), 153-160, 2009

17.Ekici,L.,Ercoskun,H.(2007).Et Ürünlerinde Diyet Lif Kullanımı.Gıda Teknolojileri Elektronik Dergisi (1) 83-90.

18.Alphan,E.Hastalıklarda Beslenme Tedavisi.Hatipoğlu yayınevi.s343 ,(2013)

Bu makale 9 Mart 2019 tarihinde güncellendi. 0 kez okundu.

Yazar
Dyt. Şeyda Karahasan

Dyt. Şeyda Karahasan
Dyt. Şeyda Karahasan
Giresun - Diyetisyen
Facebook Twitter Instagram Youtube