Akciğerin iltihabı hastalıkları kist hidatik hastalığı

Akciğerin iltihabı hastalıkları kist hidatik hastalığı

Hidatidosis olarak da tanımlanan kist hidatik hastalığı Taenia echinococcus larvasının (köpek tenyası) insana bulaşması sonucunda kistlerin ortaya çıkması ile karakterize bir hastalıktır.
Galen ve Hipokrat zamanlarından beridir bilinen hastalık ilk olarak 17. yüzyılda Thebesius tarafından tanımlanmış ve 1808 yılında Rudolphi tarafından kist hidatik olarak adlandırılmıştır. Kist hidatik hastalığının Akdeniz bölgesi, Güney Amerika, Avustralya, Yeni Zelanda, Ortadoğu, Orta Asya, Çin, Doğu Afrika, Alaska eyaletinde ve Kanadadaki kızıldereli kabilelerinde yaygın olduğu belirtilmiştir.
Hem sosyal koşulları hem de içinde bulunduğu coğrafya dolayısıyla ülkemiz hastalığın sık görüldüğü yerler arasındadır. Özellikle kırsal yerleşim alanlarında olmak üzere bütün bölgelerde görülen kist hidatik hastalığının Sağlık Bakanlığı verilerine dayanarak ülkemizdeki yıllık insidansın 100.000'de 12 olduğunu öne sürmüşlerdir. Hastalıktan en çok etkilenen organ olan “karaciğer”den sonra hastaların %10-30'unda “akciğer” tutulumu görülmektedir.
Kist hidatik hastalığına genç yaşlarda daha sık rastlanılmaktadır 4. Akciğer dokusunun süngerimsi yapısından dolayı kist, akciğerde diğer organlardakinden daha büyük boyutlara ulaşıp daha erken belirti ve bulgu verebilir
Erken tanı konarak cerrahiye hastanın fonksiyonel durumu da uygun ise uygun teknikle cerrahi müdahale ile çıkarılması çoğu zaman kesin ve kalıcı tedavi sağlar.
Steril plevral boşlukta, intratorasik veya ekstratorasik alandan kaynaklanan mikroorganizmalarla oluşan infeksiyon sonucu İLTİHABİ sıvı birikmesine ampiyem adı verilir. Sıklıkla ZATÜRE sırasında veya sonrasında olmakla beraber, TRAVMA ve AMELİYAT SONRASI nedenlerle veya plevral alanın spesifik infeksiyonları sonucu da ampiyem meydana gelebilir. Parapnömonik ampiyemlerde birçok tedavi yöntemi tanımlanmakla beraber temel prensip erken dönemde infeksiyonu kontrol altına almaya çalışırken efektif drenaj sağlamak, piyojenik materyali ortamdan uzaklaştırırken akciğerin reekspansiyonunu gerçekleştirmektir. Temel drenaj yöntemleri, tekrarlayan torasentez ve tüp torakostomidir. Hastaya drenaj sırasında kimyasal debridman sağlayabilmek için intraplevral fibrinolitik yıkama yapılabilir. Son yıllarda etkili ve yeterli drenaj sağlayabilmek amacıyla video yardımlı torakoskopik yöntemle değerlendirme ve tüp yerleştirmesi önerilmektedir. Tüm drenaj yöntemlerine rağmen yeterli ekspansiyon sağlanmayan veya fibrotoraks nedeniyle solunum fizyolojisinde bozulmaya neden olan olgularda dekortikasyon uygulanmaktadır.
Giriş
Antibiyotiklerin bulunması ile infeksiyonlarla etkili mücadele hem ampiyem gelişme oranının azalmasına hem de tedavideki başarı oranının artmasına neden olmuş tur. Ancak ülkemiz gibi gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkelerde çeşitli sosyoekonomik nedenlerden ve özellikle temel sağlık hizmetlerinin ülke genelindeki yetersizliğinden dolayı hâlâ önemli bir problem olarak güncelliğini korumaktadır.
Ampiyemin klinik seyri 3'e ayrılmaktadır. Bu sınıflandırma sınırlar çok net olmasa da tedavi seçeneklerinin değerlendirilmesindeki en önemli kriterdir İlk dönem eksüdatif veya akut faz denilen,
2. İkinci dönem fibrinopürülan evredir. Eksüdatif evredeki yetersiz tedavi sonrası meydana gelen, plevral sıvıda yoğunluğun ve hücre miktarının arttığı, gram boyaması ile bakterinin izole edilebileceği, plevral yapraklar üzerinde fibrin birikiminin başladığı dönemdir.
3. Organizasyon veya kronik evre.
“Parapnömonik ampiyemlerde” birçok tedavi yöntemi tanımlanmakla beraber temel prensip
-ERKEN DÖNEMDE infeksiyonu kontrol altına almaya çalışırken efektif drenaj sağlamak, uzaklaştırırken akciğerin reekpansiyonunu gerçekleştirmektir.
-GEÇ DÖNEMDE, akciğerin yeterli ekpansiyonunun sağlanamadığı tuzak akciğer veya hapis olmuş akciğer diye tanımladığımız, fibrotoraksın geliştiği durumlarda veya drenaja rağmen infeksiyonun kontrol altına alınamadığı, bronkoplevral fistül gibi komplikasyonların eşlik ettiği durumlarda dekortikasyon başta olmak üzere değişik CERRAHİ YÖNTEMLER yapılmaktadır:
CERRAHİ GİRİŞİMLER
- Tüp Torakostomi
- Torakoskopi
Loküle ampiyemde tüp torakostomi ile yeterli drenaj ve ekspansiyon sağlanamadığında debridman ve poşların birleştirilmesi için konvansiyonel veya video yardımlı torakoskopi önerilmektedir.
- Dekortikasyon
Eğer bir ampiyem olgusu üçüncü evre denilen kronik evrede ise plevra kalınlaşmıştır ve akciğerin ekspansiyonunu ve hareketini engellemektedir.
Dekortikasyon viseral plevra üzerinde biriken ve kalınlaşan fibrinden oluşan kabuğun akciğerin ekspansiyonuna engel olmayacak miktarda ve viseral plevraya mümkün olduğunca az zarar verilerek soyulması işlemidir.    
- Rezeksiyon
Eğer ampiyeme neden akciğer apsesi, obstrüktif kanser veya harap olmuş akciğer ise dekortikasyon yerine rezeksiyon daha doğru seçimdir .BRONŞEKTAZİ (Bronşlarda kalıcı harabiyet ve genişleme durumu)
Bronşektazi, bronş ve bronşiyollerin kronik ve harap edici iltihabı nedeniyle gelişen, geri dönüşümsüz anormal havayolu genişlemesidir. Altta yatan neden akciğer iltihabı veveya bronşun tıkanıklığıdır.
Göğüs cerrahisi ve bronşektazinin tarihçesi birbirine paraleldir. Göğüs cerrahisinin ayrı bir cerrahi dalı olarak ortaya çıkmasında temel oluşturmuştur. Modern cerrahi ve anestezi uygulamalarının doğmasından önce, şikayetlerin başlamasından sonra yaygın tüm vücut iltihabı (sepsis), zatüre (pnömoni), akciğer apsesi ve solunum yetmezliği gibi komplikasyonlarından dolayı 3-6 yıllık bir periyotta ölüm oranının %49, sağ kalımın ise 13 yıl olduğu bildirilmiştir.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, cerrahi ve anestezideki ilerlemeler, “cerrahi”yi seçilecek yöntem haline getirmiştir. Aynı zamanda antibiyoterapinin ilerlemesi, kızamık, boğmaca ve tüberkülozun ortadan kaldırılması ile bronşektazinin görülme sıklığını belirgin derecede azaltmış ve sağaltımı konservatif yöntemlere doğru kaydırmıştır.
Buna karşın gelişmiş ülkelerde antibiyotiğe dirençli organizmaların ortaya çıkması, bağışıklığı baskı altında olan bireylerin, yaşlı nüfusun ve hastane enfeksiyonlarının artması gibi nedenler yüzünden, eskisi kadar olmasa da, görülmeye devam etmektedir.
Bronşiektazi Tipleri
A. Post-infeksiyöz Sakküler Bronşiektazi
(Bakteriyel ve viral pnömoniler, bronş striktürü ve yabancı cisim nedeni ile)
B. Silindirik Bronşiektazi
(Kronik aspirasyon nedeni ile özofagus motilite hastalıkları ve travmatik fistül)
C.Pseudobronşiektazi
D.Tüberküloz nedenli bronşiektazi
E. Genetik nedenli bronşiektazi
Bronşektazi, segmental bir hastalıktır ve bir ya da daha fazla segmenti tutabilir. En sık, alt lobların bazal segmentlerini tutar. Orta lob, sol üst lobun lingula segmentleri de tutulabilir.
Uygun tetkik metodları ve kullanıma sunulan bir çok etkili antibiyotik ile mümkün olan yeterli ve yerinde tedaviye karşın, bronşektazi, yabancı cisim aspirasyonları, bası yapan tümörler, genetik faktörler (Kistik fibrosis, Young sendromu, immotil silia sendromu, a-1 antitripsin eksikliği, Williams- Campbell sendromu), trakeoözofageal fistül ve bazı immünolojik yetmezlik sendromları (Immünoglobulin eksikliği, nötrofil fonksiyon bozukluğu, kompleman eksikliği) nedeni ile insidanstaki düşüşe rağmen halen karşılaşılan ve cerrahi tedavi gerektiren bir patolojidir.
VEREM VE CERRAHİSİ
Tüberküloz dünyada bilinen en eski hastalıklardan birisi olmasına rağmen halen toplum sağlığındaki önemini ve yerini korumaktadır. Gelişmiş ülkeler bu sorunu çözmüş gibi görünse de, göçler ve AIDS gibi nedenlerden dolayı bu ülkelerde de sorun olmaya devam etmektedir. Tüberkülozlu bir hasta gelişmiş ülkelerde 2-3 kişiyi, gelişmekte olan ülkelerde ise 3-5 kişiyi enfekte edebilmektedir [1]. Tüberküloza bağlı ölümlerin %98'i gelişmekte olan veya gelişmemiş ülkelerde görülmektedir [2]. Tüberkülozda ölüm oranlarını etkileyen faktörler arasında tanıda gecikme, ilaç direnci, malnutrisyon, diabetes mellitus, immün süpresyon, alkolizm ve HIV enfeksiyonu bildirilmiştir [3-6]. Tüberküloz komplikasyonlarından olan pnömotoraks, ampiyem ve hidropnömotoraks (HPT) çok sık görülmemekle beraber zaman zaman ciddi morbidite ve mortaliteye yol açmaktadır [7,8]. Çoğu zaman parankimdeki odak veya kavitenin plevral boşluğa açılması sonucu bu tablolar ortaya çıkmaktadır. Hidropnömotorakslı hastaların çoğunda bronkoplevral fistül, hatta bazen cilde de fistül görülmektedir. Bu durum hastaların tedavisi ve takibinde zorluklara neden olmaktadır.

Bu makale 18 Mart 2019 tarihinde güncellendi. 0 kez okundu.

Yazar
Doç. Dr. Erkan Yıldırım

Doç. Dr. Erkan Yıldırım lise öğreniminin ardından1992 yılında Anadolu Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden başarı ile mezun olarak tıp doktoru unvanını almıştır. Uzmanlığını Ankara Senatoryum Hastanesi'nde tamamlamıştır. 1993 yılında pratisyen hekimlik hizmetini Denizli’de tamamlamıştır. 2000 yılında Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği’nde uzman olarak göreve başlamış olup aynı hastanede 2001 yılında başasistan (kıdemli uzman) olmuştur. Gözlemci uzman göğüs cerrahı olarak 2002 yılında Zürih Üniversitesi’nde (İsviçre), 2004 yılında Toronto Üniversitesi’nde (Kanada), 2008 yılında Leuven Üniversitesi’nde (Belçika’da) ve Kasım 2012 yılında Kyoto Univesitesi’nde (Japonya) çalışmıştır. 2002 yılında Avrupa Göğüs Cerrahisi Birliği’nin (ESTS), 10. Kongresinde yapılan Göğüs Cerrahisi’nde Avrupa Yeterlilik Sınavı’nda (E ...

Yazarı sosyal medya'da takip edin
instagram
instagram
youtube
Etiketler
Plevra
Doç. Dr. Erkan Yıldırım
Doç. Dr. Erkan Yıldırım
İstanbul - Göğüs Cerrahisi
Facebook Twitter Instagram Youtube