Okul çocuğu ile iletişim

Okul çocuğu ile iletişim

Her yıl eylül ayında uzun bir yaz tatilinin ardından okullar yeniden açılıyor. Bu kadar uzun bir yaz tatili boyunca çocuklarını televizyonların başından ve bilgisayar oyunlarından kaldıramamaktan şikayet eden anne babalar için biraz rahatladıkları bir dönem gibi gözükse de aslında hem veliler hem de çocuklar açısından uzun ve zorlu bir yıl daha başlıyor.

Gerek hala çözülememiş olan eğitim sorunları gerekse çocukların ve ailelerin yaşadıkları sıkıntılar, okul hayatının getireceği ek sorumluluklarla birleşince ailelerin gerçekten yorucu bir dönemin içine girdiklerini görüyoruz. Bütün bu karmaşa arasında aslında hepimizin göz ardı ettiği bir konu var: İletişim.
Özellikle okul hayatına başlayan çocukla iletişimin önemini ve bu konuda ne tür bir yol izleyeceğimizi tam olarak bilmiyoruz.

Hayatlarının büyük bir kısmını okulda geçiren çocuklarımızla kuracağımız ilişkilerde temel kural bütün iletişim kanallarının açık olmasına dikkat etmek. Çünkü ancak bu kanallar açık olursa onunla sağlıklı bir ebeveyn çocuk ilişkisi kurabiliriz.

Anne babalar olarak okulların açılmasıyla beraber daha ilk günden tüm dikkatimizi çocuğumuzun akademik başarısına yöneltiyoruz ve ilk büyük hatayı burada yapıyoruz. Bütün bir hayatın içinde akademik başarı dediğimiz okul başarısı oldukça küçük bir yer kaplar ama biz gereğinden fazla bu bölümde takılıp kalıyoruz.
Oysa başarı oldukça geniş içerikli bir kavramdır ve sosyal ilişkilerde başarı, insani ilişkilerde başarı, iş hayatında başarı, aile içi ilişkilerde başarı, kendini ifade etmede başarı gibi daha pek çok alt başlığı kapsar.

Çocuk yetiştirirken belki de anne babaları eğitimdeki başarı kadar yoran başka konu yoktur. Çocuklarımızın ve bizim üzerimizde inanılmaz yoğun bir toplumsal baskı var; çocuğun gireceği sınavları kazanması.

Özellikle okulların açılmasıyla beraber çocuklar bütün bir hayat boyunca ev-okul-dershane üçgenine hapsediliyor ve çocuktan da ders, ödev, sınav üçgeninde başarıyı yakalaması bekleniyor.

Oysa öncelikle mutlu, keyifli, saygı gören ve sevilen bir çocuğun bu konularda başarılı olacağını unutuyoruz. Tüm gün derslere giren, dikkatini derslerine vermesi beklenen çocuk okuldan eve geldiğinde düşündüğünüzden daha yorgun oluyor.
Üstelik artık tam gün olan eğitim öğretim süreci nedeniyle neredeyse akşam saatlerinde eve dönen çocuğa, gelir gelmez talimatlar vermek, bütün ilgi ve merakı dersleri üzerine yöneltmek, bu yönde sorularla ve yargılarla çocuğu bunaltmak maalesef son derece yanlış bir tutum ve hemen hepimiz bunu yapıyoruz.

Burada eğitimcilere de büyük görev düşüyor. Özellikle ilköğretim birinci kademe öğrencilerine sayfalar dolusu ödev vermek, çocukların derslere olan ilgisinin kaybolmasına sebep oluyor. Olması gereken yoğun ödevler yerine kısa hatırlatma ödevleri olmalıdır ve mümkünse toplam ödev 2-3 sayfayı geçmemelidir.

Çocukların eve gittikleri zaman giyinme, dinlenme, yemek yeme, oyun oynama, televizyon izleme ve anne babasıyla özel zamanlar geçirme gibi ihtiyaçlarını göz ardı etmeden, makul düzeyde ve sayıda ödev vermek gerekiyor.
Aksi taktirde çocuk ödevi yapmayacak ya da eksik yapacak ve yapılan ödev de zorlamayla yapılan,öğrenilmeyen bir ödev olacaktır. Halbuki ödev vermekteki amaç bu değildir, aksine ödevle çocuğun konuyu öğrenmesi ve öğrendiklerini pekiştirmesi amaçlanmaktadır.

Bütün bu okul telaşı sırasında anne babalar olarak çocuklarımızla sadece okul konularını konuşuyoruz. Soru soruyoruz, eleştiriyoruz, yargılıyoruz, talimatlar veriyor hatta cezalandırıyoruz ama çocuklarımızla konuşmuyoruz.
Konuşmak derken de sadece yetişkinlerin konuştuğu, öğüt verdiği, çocuğun dinlediği bir monologdan bahsetmiyoruz elbette. Karşılıklı bir konuşmadan yani iletişimden bahsediyoruz.
Sağlıklı bir iletişim için her iki tarafın da birbirini dinlemeye açık olması ve iletişime uygun koşullarda olması gerekiyor.

Konuşurken kullanılan ses tonu, kullanılan dil, tarz çok önemlidir ve çocuklar beden dilimizi çok iyi anlarlar. Gerçekte ne söylemek istediğimizi biz kelimeleri söylemeden bilirler. O nedenle samimi olmak, çocuğu dinlemeye hazır olmak, katı ve hoş görüden uzak olmamak gerek. Bir de bizim çocuklarla konuşurken yaptığımız en büyük yanlış, yorumda bulunmaktır.

Okulda arkadaşıyla kavga ettiğini söyleyen çocuğumuza;

‘sen ne yaptın, neden ağzının payını vermedin?’ demek ya da ‘onunla artık görüşmeni istemiyorum’ şeklinde yargıda bulunmak, çocukla aramızdaki iletişimi daha başlamadan kesip atar.
Oysa okuldaki sorununu anlatan çocuğu konuyu açıcı, onun konuşmasını kolaylaştırıcı biçimde dinlemek en sağlıklı yoldur. Anlattıkları bize yanlış bile gelse dinlemeyi başarabilmemiz gerekir, aksi halde okulda ne yaşadığını, ne hissettiğini öğrenemeyiz.

Okuldaki en yakın arkadaşının kim olduğunu bilmek önemlidir ama neden en yakın arkadaşının o olduğunu bilmek daha önemlidir. Çünkü o zaman çocuğumuzu da tanımış oluruz. Arkadaşının hangi özelliğini sevdiğini bilmek zorundayız. Hangi özelliğini seviyorsa çocuğumuzun sevdiği ya da eğimli olduğu şey de odur işte.
Bunu  ve bunun gibi başka basit ayrıntıları bilmek o kadar önemlidir ki çocuğumuzun başka yanlış arkadaşlarla ya da çevrelerle ilişki kurmasının önüne ancak bunları bilirsek geçebiliriz.

Özellikle 9-12 yaşlar Çete Çağı olarak bilenen yaşlardır ve aynı zamanda ön ergenlik dönemine denk gelmektedir. Ergenlikle beraber bu dönemin oldukça çalkantılı dönemlerin başlangıcı olduğu ve çocukların bir gruba, bir yere, bir kimliğe ait olma duygularının yoğun olarak yaşandığı dönemler olduğunu unutmamak gerekir. 
Bu duygularına evde, ailesinde karşılık bulamayan çocuk, aradığı her şeyi dışarıda ve genellikle yanlış kişi ve gruplarda bulmak isteyecektir.
O nedenle ev ve aile çevresinde çocukla ilişkilerde dikkatli ve doğru model oluşturacak biçimde bir ilişki içinde olunmalı. Ve o nedenle iletişim en önemli kavram olarak algılanmalıdır.

Sağlıklı ilişkilerin kurulduğu ve karşılıklı olarak konuşulabilen ailelerde yaşanılan sorunlar ciddi sorunlara dönüşmeden çözülebilmektedir. Eğitimle ilgili sıkıntılar ise genellikle sorun bile olmadan halledilmektedir. Bütün mesele çocuklarla iletişim ve onlara yaşlarına göre verilen sorumluluk duygusudur.

Çocuk yetiştirmek, bir çeşit insan mühendisliğidir aslında. Okulların yeni açıldığı bu günlerde asıl olanın okul başarısı değil, hayat başarısına ulaşacak beceri ve donanımda çocuklar yetiştirmek olduğunu unutmayalım. Akademik başarı bütün bir hayatın içinde sadece bir bölümdür. Mutlak başarı ise kayıtsız şartsız, koşulsuz sevgiden, saygıdan ve iletişimden geçer.

Ailesiyle sağlam  bağları olan,kendine güvenli ve elbette başarılı çocuklar için onlara güvendiğimiz hissettirmek ve anlattıklarını beğenmesek bile dinlemeyi bilmek gerek.

Çocuklarımızın hayatından daha pek çok öğretmen, sınıf ve arkadaşlar geçecek ama asıl kalıcı olanın aile bireyleri olduğunu ve birbirimiz için en önemli insanlar olduğumuzu unutmayacağımız kaliteli bir eğitim yılı diliyorum…

Bu makale 9 Mart 2019 tarihinde güncellendi. 0 kez okundu.

Yazar
Psk. Serap Duygulu

Psk. Serap DUYGULU, İstanbul'da doğmuştur.  Psikoloji dalında gerçekleştirdiği çalışmalarına önemli ölçüde katkılar sağlayan, Sosyoloji, Edebiyat, Kamu Yönetimi alanlarında da Lisans  düzeyinde akademik eğitimler alan Serap Duygulu İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde ‘Uygulamalı Psikoloji’ üzerine Yüksek Lisans yapmış ve  "Afazi Hastası Yakınlarında Depresyon ve Olumsuz Otomatik Düşünceler" başlıklı tezi ile lisansüstü derecesini almıştır.  Ayrıca bu çalışma bu alanda yapılmış ilk ve tek psikolojik araştırma olarak önemini halen korumaktadır.  2009- 2011 yılları arasında Bakırköy Halk Eğitim Merkezi ile yürütülen ortak bir çalışma sonucunda her hafta Perşembe günleri, Bakırköy Halk Eğitim Merkezi'nde Bakırköy halkına kişisel gelişim seminerleri vermiştir. 2012 yılında Cine5'te her gün canlı olarak yayınlanan ‘ ...

Etiketler
Çocuk eğitimi
Psk. Serap Duygulu
Psk. Serap Duygulu
İstanbul - Psikoloji
Facebook Twitter Instagram Youtube