Gastroözofagial reflü

Gastroözofagial reflü

Gastroözofagial  reflü  hastalığı nedir?
Halk arasında genellikle  reflü olarak bilinen     gastroözofagial reflü  (GÖR) mide içeriğinin (mide asidi, pepsin, pankreas enzimleri ve safra )   yemek borusuna (özefagus)  geri kaçmasıdır. Aslında GÖR    özellikle yemek sonrasındaki  dönemlerde  ve kısa süreli olmak üzere gün içinde 10-50 kez kadar olarak oluşabilen fizyolojik bir olaydır. Kısa sürmesi ve yemek borusunda bir hasar oluşturmaması nedeniyle  genellikle fizyolojik reflünün farkına varılmaz. Ancak reflü gün içinde sık aralıklarla tekrarladığında, uzun sürdüğünde  ve özellikle uyku sırasında  oluştuğunda artık patolojik reflü  söz konusudur ki bu durum  reflünün tipik bulgusu olan göğüste yanma hissi  ve  yemek borusunda  değişik derecelerde olabilen hasarlanma (erezyon ve ülserler) ile  birliktedir. İşte bu durumda ‘gastroözofagial reflü hastalığı' (GÖRH) veya halk arasında yaygın olduğu şekliyle ‘reflü hastalığı' ndan  bahsedilir. Yemek borusunda endoskopik ve/veya histopatolojik yöntemlerle saptanabilen bir hasarlanmanın varlığı ise ‘reflü özofajiti' olarak adlandırılır.
 
Gastroözofagial reflü hastalığının toplumda görülme sıklığı nedir, bu hastalık  daha çok kimlerde görülür?
GÖRH oldukça sık görülen bir hastalık olmasına rağmen (Toplumun yaklaşık %20 si) hastaların çoğu basit diyet değişiklikleriyle veya antasitlerle sağladıkları geçici rahatlamalar nedeniyle hekime müracaat etmezler. Bu nedenle klasik olarak GÖRH nın toplumdaki sıklığı bir buzdağına benzetilmiştir. Hekime müracaat eden  vakaların tüm hastaların ancak %10-15 ini oluşturduğu düşünülmektedir.  Kronik ve sık nükseden vakalar  gastroenterologlar tarafından görülürken daha az bulguları olan hastalar genellikle pratisyen hekimlerce izlenmekte, hafif  bulguları  olanlarsa hekime müracaat etmemektedir. GÖRH nın en tipik bulgusu olan  göğüste  yanma hissinin  toplumda görülme sıklığı oldukça yüksektir. Batıda yaşayan insanların hemen yarısının  yılda en az bir kez, %25 inin ayda en az bir kez,  %15 inin  haftada en az bir kez, % 5 ila %10 unun da her gün en az bir kez  bu  şikayeti tanımladıkları saptanmıştır. 

Ülkemizdeki epidemiyolojik çalışmalarda elde edilen bulgular da  bu sonuçlardan pek farklı değildir. Hastalığın sıklığı coğrafi bölgelere göre değişiklik gösterir, Avrupa ve kuzey Amerikada daha sık görülürken Asya ve Afrika ülkelerinde daha seyrek rastlanmaktadır. Şişman kimselerde  daha sık  görülmektedir. Hamile kadınlarda,  özellikle  hamileliğin geç dönemlerinde daha belirgin olmak üzere, sık görülür. GÖRH kadın ve erkeklerde eşit sıklıkta görülmesine rağmen GÖRH nın bir komplikasyonu olan Barrett metaplazisi erkeklerde daha sık görülmektedir. GÖRH nın sıklığı ve komplikasyonlarının görülme oranı ve şiddeti yaşlanma ile artmaktadır. Herhangi bir sebepten dolayı üst gastrointestinal sistem endoskopisi (gastroskopi) yapılan insanlarda özofajite rastlanma oranı %2-5 arasındadır. Gerçekte GÖRH na bağlı yakınmaların şiddeti ile endoskopik bulgular arasında herzaman güçlü bir ilişki  yoktur. Reflü hastalarının ancak yarıdan az bir kısmında (%30-40) endoskopide özofajit bulgularına rastlanmaktadır.
 
Gastroözofagial reflü hastalığının oluşmasına yol açan sebepler nelerdir?
Bugünkü bilgilerimize göre GÖRH nın oluşumunda birden fazla faktör rol oynamaktadır. Patolojik gastroözofagial reflünün meydana gelmesinden reflüye karşı koruyucu ve reflüyü kolaylaştırıcı mekanizmalar arasındaki dengenin bozulması  sorumlu tutulur. Mideden yemek borusuna  kaçan mide  içeriğindeki  en zararlı madde  mide asididir. Ancak mide içeriğinde asitle birlikte safra ve pankreas enzimlerinin de bulunması  yemek borusundaki hasarlanmanın şiddetini artırıcı etki göstermektedir.  Aksine  ağızdaki tükrük bezlerinden  salgılanan tükrük içerdiği bikarbonat ve büyüme faktörleri nedeniyle  yemek borusunu  reflünün zararlı etkisinden koruyucu etkiye sahiptir. Yemek borusunun aside duyarlılığı her insanda farklı olduğundan  aynı şiddette aside maruz kalma sonrasında  yemek borusunda oluşan  hasarlanmanın şiddeti de değişik olmaktadır.
 
Alt  özefagus  sfinkteri  (AÖS)  yetersizliği
Yemek borusunun  al ucunda, yani  mide ile birleştiği  kısımda,  sfinkter olarak adlandırılan ve  mide içeriğinin yemek borusuna kaçmasına engel olan  bir yüksek basınç  alanı mevcuttur, (alt özefagus sfinkteri – AÖS)  (Bu bölge halk arasında mide ile yemek borusu arasındaki kapak olarak bilinir).  AÖS normalde 15 ila 30mmHg arasında değişebilen bir istirahat basıncına sahiptir. Yutma sırasında  gıdaların yemek borusundan mideye geçişini sağlamak amacıyla  basınç  0 mmHg ya kadar düşerek  AÖS gevşer ve 1-6 saniye  kadar gevşek kaldıktan sonra tekrar istirahat basıncına ulaşır.  AÖS istirahat basıncı  ile  reflünün şiddeti arasında ters bir orantı olduğu gösterilmiştir. Yağlı yiyecekler, sigara, alkol, bazı ilaçlar (yüksek  tansiyon ve kalp hastalıklarının tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar, spazm çözücüler, depresyon tedavisinde kullanılan ilaçlar vb.) AÖS  basıncını düşürürler ve reflüye sebep olabilirler.  AÖS istirahat basıncı 10mmHg nin altında olduğunda reflü sıklığı artarken  basıncın 5mmHg altında  olması hemen her zaman reflü ile birliktedir. Scleroderma gibi bazı romatizmal hastalıklarda ve kas  hastalıklarında AÖS basıncı  ileri derecede azaldığından reflüye  çok sık rastlanır. AÖS,  yutkunma hareketi olmadan da, özellikle yemek sonrası dönemlerde  olmak üzere  kısa süreli  olarak gevşeyebilir. Normal insanlarda gün içinde saatte 1-4 kez kadar olabilen bu olay AÖS nin geçici gevşemeleri olarak adlandırılır ve normal insanlardaki fizyolojik reflüden sorumludur.  Bunun dışında,  AÖS günün diğer vakitlerinde ve uyku sırasında da uzun süreli olarak  gevşeyebilir ki bu durum  AÖS nin uygunsuz geçici gevşemeleri olarak adlandırılır ve gastroözofagial reflü hastalığındaki  reflüden daha çok bu mekanizmanın sorumlu olduğu kabul edilmektedir. 
 
Mide fıtığı (Hiatal herni)
GÖR oluşumuna yol açabilen  diğer önemli bir  neden mide fıtığıdır. Mide fıtığı, göğüs ve karın boşluğunu ayıran ve diafram adı verilen kalın zardaki deliğin aşırı genişlemesi sonucunda midenin yemek borusu ile birleştiği üst kısmının  bu delikten geçerek  göğüs  boşluğuna kaymasıdır. Mide fıtığı varlığında AÖS nin yapı ve  fonksiyonu   bozulmakta  ve  mide içeriğinin yemek borusuna  kaçışı  kolaylaşmaktadır.  Şiddetli  reflüsü olan  hastaların  hemen yarısında  birlikte mide fıtığı bulunurken  mide fıtığı vakalarının da 1/3 inde reflü şikayetlerine rastlanır.   Mide fıtığının olup olmadığı endoskopi veya baryumlu grafi ile anlaşılabilir.
 
Gastroözofagial  reflü hastalığının belirtileri nelerdir?
GÖRH nın belirtileri  tipik ve atipik belirtiler olmak üzere iki ana gurupta  toplanabilir.
Reflü hastalığının tipik belirtileri göğüs kemiğinin arkasında duyulan ve aşağıdan yukarıya, boğaza  doğru  yükselen  yanma hissi (heartburn) ve  yenilen gıdaların  ağıza  veya yemek borusuna geri gelmesidir (regürjitasyon).  Bu şikayetler çoğunlukla yemek sonrası dönemlerde, öne eğilmekle veya sırtüstü yatma ile  artar ve genellikle antasit olarak adlandırdığımız  ilaçların alınması ile hafifler veya geçer.  Bulgular özellikle yağlı gıdaların tüketilmesinden sonra  ve stresli dönemlerde şiddetlenebilir. Geç yenen akşam  yemeklerinden sonra uykudan uyandırabilir. Hastanın  yastığı mideden  gelen  sekresyon  ve  gıda ile  kirlenebilir. Bazı hastalar yanma  ve ekşime hissi ile birlikte  ağızlarının tuzlu ve berrak bir sekresyonla dolduğundan şikayetçi olabilirler. ‘Waterbrash' olarak adlandırılan bu durum  yemek borusuna asit reflüsü sırasında refleks olarak ağızdaki tükrük salgısının artmasından kaynaklanmaktadır  ve aslında koruyucu bir mekanizmadır, bu salgı tükürülmemeli, aksine yutulmalıdır.
Gıdaların yutulması sırasında  göğüs kemiği arkasında hissedilen ağrı  veya  hafif bir  takılma  hissi  GÖRH da daha az  sıklıkla görülebilecek diğer bulguları olabilir. Ancak bu bulguların  yukarıda  bahsedilen  tipik   belirtilere  göre  daha ön planda olması  yemek  borusunun daha ciddi  hastalıklarının bir  bulgusu olabileceğinden  ( ilaçlara ve enfeksiyonlara bağlı yemek borusu iltihapları, yemek borusu kanserleri, yemek borusu darlıkları, yemek borusunun fonksiyonel hastalıkları gibi ) ciddiye alınmalı ve gerekli incelemeler vakit  geçirilmeden yapılmalıdır. Uzun süreden beri reflü şikayetleri olan bir hastanın yutma güçlüğünden şikayetçi olmaya başlaması yemek borusunda bir daralma oluştuğunu akla getirmelidir. Nadir de olsa bazı  hastalarda uzun süren reflü hastalığı sonrasında  gizli kan kaybına bağlı demir eksikliği anemisi (kansızlık) gelişebilir

Bu klasik belirtiler  yanında  GÖRH da bazı atipik bulgulara da rastlanabilir. Hatta  bazı  hastalar klasik şikayetler görülmeden sadece atipik bulgularla hekime başvurabilirler. Atipik  belirtiler  arasında kronik larejit, ses kısıklığı, kronik öksürük ve  astım benzeri  solum problemleri en sık görülenlerdir. Özellikle çocukluk yaş gurubundaki reflüde  solunum yollarına ait  bulgular  daha belirgindir ve bu hastalar gereksiz yere  uzun yıllar allerjik astma tedavisi görebilirler. Kronik öksürük veya astımlı bir hastada, şikayetler allerjik bir  nedene bağlanamıyorsa, gece gelen öksürük ve astım krizleri belirginse, şikayetler yemek sonrasında ve özellikle  sırtüstü yatıldığında artıyorsa ve  klasik tedavilere  yanıt alınamıyorsa  reflü düşünülmelidir. GÖRH  da rastlanabilecek diğer bir atipik semptom da göğüs ağrısıdır (kalp dışı sebeplere bağlı göğüs ağrısı - Non-cardiac chest pain). Ağrı  bazen  koroner kalp hastalığı ile karışabildiğinden  bu hastalar  genellikle  önce kalp hastalığı yönünden incelenirler.  Bu şekilde  kalp kaynaklı gibi görünen  ağrısı olan  hastaların %25-30 kadarında yapılan incelemeler sonucunda göğüs ağrısını açıklayacak bir sebep bulunamaz ve bu hastaların yarısına yakın bir kısmında göğüste hissedilen ağrıdan reflü veya yemek borusunun fonksiyonel  bozuklukları  sorumlu olduğu anlaşılır.
 
Gastroözofagial reflü hastalığının teşhisi  nasıl koyulur?
Hastanın şikayetlerinin  dikkatle dinlenmesiyle tipik şikayetleri  olan hastalarda reflü tanısı tecrübeli bir hekim tarafından  kolaylıkla konulabilir. Hastanın şikayetlerinin reflüye yönelik bir tedavi ile kısa sürede düzelmesi de teşhisde kullanılabilecek diğer bir yöntemdir. Bu tür  hastalarda genellikle ilave  incelemelerin yapılmasına gerek yoktur. Atipik bulguları olan, tanı koyulamayan veya tedaviye yanıt vermeyen hastalarda  bazı ilave testlerin yapılması   gerekir.
Gastroskopi (yemek borusu ve midenin ışıklı bir teleskopik cihaz olan gastroskop ile incelenmesi, endoskopi) yemek borusunun doğrudan  görülmesine ve gerektiğinde histopatolojik inceleme için doku örneği alınmasına imkan vermesi nedeniyle reflü teşhisinde en sık ercih edilen yöntemdir. Ancak, tipik reflü şikayetleri   olan hastaların yarısından daha azında (%35-40) endoskopide  reflü  bulgularına rastlanabilmektedir, Bu durumda  endoskopi sırasında yemek borusunun alt ucundan doku örnekleri alınarak reflünün  erken bulguları yönünden incelenmesi tanıda yardımcı olur. Özellikle şikayetleri 5 yıldan fazla bir süreden beri var olanlarda, 40 yaşın üzerindeki hastalarda , birinci derece akrabalarında (anne, baba ve kardeşlerinde) yemek borusu veya mide kanseri bulunanlarda  ve yutma güçlüğü, ağrılı yutma, kilo kaybı ve kansızlık gibi bulguları olan hastalarda  endoskopi mutlaka yapılmalıdır.

Reflü  düşündüren şikayetleri  olduğu halde endoskopik incelemede reflü düşündüren bir bulgu saptanmayan  hastalarda teşhisde kullanılabilecek bir diğer  yöntem  24  veya 48 saat  boyunca yemek borusu içindeki asit miktarının (pH) ölçülmesidir  (pH monitorizasyonu).  Bu test sırasında hasta günlük aktivitesine devam ederken yemek borusu içindeki asidite yemek borusu içine yerleştirilen ince bir kateter  üzerindeki algılayıcılar vasıtasıyla özel bir cihaz kullanılarak  kaydedilir ve daha sonra bilgisayar programı yardımıyla değerlendirilerek  hastada gastroözofagial reflü  olup olmadığına  karar verilir. pH monitorizasyonu testi gastroözofagial reflünün belirlenmesi yanında hastanın  şikayetlerinin  reflü ile ilgili olup olmadığını göstermesi bakımından da ayrı bir öneme sahiptir ve tedaviye cevap vermeyen hastalarda tedavinin etkinliğinin araştırılmasında da kullanılabilir. Bazı durumlarda pH monitorizasyonu da  teşhiste yetersiz kalabilir. Bu durumda ‘impedans analizi'  olarak adlandırılan diğer bir yöntemle  tanı koymak mümkün olabilmektedir.

Yemek borusu içindeki basınçların kaydedildiği bir yöntem olan  ‘özofagial  manometri' reflü  teşhisinde rutin olarak uygulanan bir yöntem değildir ancak endoskopik inceleme normal olduğu halde yutma güçlüğü tanımlayan,   tedaviye yeterli cevap vermeyen veya atipik bulguları olan hastalarda tanıda faydalı olabilir. Cerrahi  tedavi düşünülen hastalarda ameliyat öncesinde  manometrik incelemenin yapılması genellikle tavsiye edilir. 
 
Reflü hastalığının komplikasyonları nelerdir?
Uzun süren  ve yeterince tedavi  edilmeyen reflü hastalığında yemek borusunun alt ucunda  darlık oluşabilir ve bu durum reflü hastalarının yaklaşık olarak %10 unda görülür. Başlıca bulgusu  yutma güçlüğüdür.  Endoskopi ve baryumlu yemek borusu filmi ile tanı koyulur.  Yemek  borusu kanserleri de  aynı bulguları verdiğinden  gastroskopi  mutlaka yapılmalıdır. Darlığın tedavisinde  balonla genişletme tedavisi uygulanır, düzelmeyen vakalarda ise cerrahi tedavi gerekir. Reflü hastalığında  görülebilecek diğer bir komplikasyon yemek borusunda oluşabilecek derin ülserlerdir. Bu ülserler ağrılı olahilecekleri gibi bazen  şiddetli kanamalara yol açabilirler. Kronik larenjit, astım ve  mide içeriğinin solunum yollarına kaçması sonucunda  oluşabilecek daha ciddi problemler  reflü hastalığında görülebilecek  diğer komplikasyonlardır. 
Gastroözofagial reflü hastalığının  ciddi  ve sessiz bir komplikasyonu Barrett özefagusu veya Barrett  metaplazisi olarak bilinen durumdur. Bu hastalıkta  yemek borusunun iç yüzeyini  döşeyen dokunun yerini  mide veya barsakların iç yüzünü döşeyen doku almaktadır.   Genel olarak reflü dışındaki yakınmalar nedeniyle gastroskopi yapılan insanlarda  Barrett metaplazisine rastlanma sıklığı  %0.5-1 ken  reflü nedeniyle endoskopi yapılanlarda bu oran  %5-15 e kadar yükselmektedir. Yemek borusunda darlık  gelişen  hastalarda bu oran %50 ye kadar çıkabilir. Barrett özefagusu her yaşta görülebilmesine rağmen 40 yaş sonrasında görülme sıklığı artar. Batı toplumunda ve beyaz ırkta daha sık görülmektedir. Barrett  özefagusunun önemi kansere  dönüşüm  gösterebilen bir hastalık oluşundadır. Barrett özefagusu olan hastalarda yemek borusunda  kanser gelişme  sıklığı yıllık %0.5 civarındadır ki bu  oran  Barrett özefaguslu hastalarda yemek borusu kanseri  gelişme riskinin genel topluma  göre  30 ila 50 kat daha fazla olduğu anlamına gelir. Bu nedenle Barrett özefagusu  saptanan hastaların  belirli aralıklarla  gastroskopi  yapılarak ve doku örneği alınarak takip edilmeleri ve  kansere dönüşümün erken bulguları saptanan hastaların cerrahi tedavi ile  tedavi edilmeleri gerekir.
 
Gastroözofagial reflü hastalığı yemek borusu kanseri  oluşumuna yol açarmı?
Toplumda yemek borusu kanseri görülme sıklığı  coğrafi bölgelere göre değişiklik göstermekle birlikte ortalama 1-6/100.000 civarındadır. Yapılan çalışmalar gastroözofagial reflü hastalığı varlığında yemek borusu kanseri  görülme sıklığının bir miktar arttığını göstermekteyse de bu artış  orta ve hafif şiddetteki  reflü  vakalarında fazla belirgin değildir. (Reflü şikayeti olmayanlarda %0,002, hafif ve orta şiddette reflüsü olanlarda %0,003-0,018, şiddetli reflüsü olanlarda %0,035). Bugünkü bilgilerimiz, reflü hastalığında yemek borusu kanseri gelişme sıklığında hafif ancak önemsiz düzeyde bir artış olduğunu göstermektedir. Bu risk cerrahi tedavide görülebilecek ciddi  komplikasyonların gelişme olasılığından (%0,5-1,5) belirgin ölçüde daha düşüktür. 
 
Gastroözofagial reflü hastalığı nasıl tedavi edilir?
Reflü hastalığında tedavinin amacı; yakınmaların kontrol altına alınması, yemek borusunda oluşan hasarlanmanın iyileştirilmesi, tedav ile sağlanan düzelmenin idamesi ve  komplikasyonların önlenmesidir. Her hastada hastalığın seyri değişik olabileceğinden her hastada  farklı bir yaklaşım gerekebilir. GÖRH kronik seyirli ve  nükslerle giden bir hastalık olduğundan ilaç tedavisi ile birlikte yaşam tarzlarında yapabilecekleri bazı basit değişiklikler yönünden  hastaların aydınlatılmaları gerekir.  Yatak başının  15 cm kadar yükseltilmesi, gece sol yana dönerek  uyumak, reflüyü kolaylaştırabilecek  gıdalardan sakınılması, yatmadan en az 3 saat öncesine kadar yemek yenmemesi, aşırı kiloların verilmesi, sigara, kahve ve alkol tüketiminin azaltılması yaşam tarzında yapılabilecek değişikliler  olarak sayılabilir.
Yağlı ve kızartılarak hazırlanan yiyecekler, salçalı ve baharatlı gıdalar, özellikle  aç karına yenilen tatlılar, kahve, asitli meyve suları ve kolalı içecekler reflüyü kolaylaştırarak  şikayetlerin artmasına neden olabileceklerinden hastaların mümkün olduğunca bu tür gıdaların tüketimini azaltmaları ve bu tür gıdaları daha çok öğle  yemeklerinde tüketmeleri  önerilir. İlaç tedavisi  sıkı perhiz gereksinimine ihtiyacı azaltmaka ve hastalara daha konforlu bir yaşam imkanı sağlamaktadır ki bu durum özellikle genç ve orta yaş gurubunda bulunan  ve hareketli bir sosyal yaşama sahip hastalar için oldukça önemlidir.
 
Antasitler  hızlı bir semptomatik düzelme sağlamakla birlikte genellikle bol miktarda ve sık aralıklarla kullanılmaları gerekir ve tedavi edici etkileri yoktur. Hafif vakalarda, reflü ataklarının olduğu dönemlerde  sadece antasitlerin kullanılması şikayetlerde yeterli bir  düzelme sağlayabilirken daha şiddetli vakalarda midedeki  asit salgısını baskılamaya yönelik ilaçların kullanılmasına  gerek duyulur. Midedeki  asit salgısının  baskılanması GÖRH tedavisinde en önemli basamaklardan biridir. Bu amaçla hafif  şiddetteki reflü vakalarının  tedavisinde kullanılabilecek bir ilaç gurubu H2 reseptör blokerleridir (Ranitidin, famotidin, nizatidin, roxatidin vb.). Ancak bu ilaçların  uzun süreli kullanımında tolerans gelişmekte, yani iki , üç haftalık bir kullanımdan sonra ilaç etkisini yitirmektedir. Bu nedenle  ancak hafif vakalarda ve aralıklı olarak kullanılmaları tavsiye edilir. 
 
Orta ve şiddetli reflü hastalığında kullanılması gereken ilaç gurubu ise proton pompası inhibitörleri olarak adlandırılan ilaçlardır (Omeprazol, lansoprazol, pantoprazol, rabeprazol, esomeprazol vb.). Bu ilaçlar mide asit salgısını güçlü bir şekilde  baskılayarak  etkin bir tedavi sağlarlar.  Bu ilaçların  etkili dozda  kullanılmasıyla  yapılacak 8-10 haftalık bir tedavi sonrasında hastaların büyük bir çoğunluğunda (%85-100) iyileşme sağlanabilmektedir.  Yukarıda da belirttiğimiz gibi ilaç tedavisi altında sıkı perhiz gereksinimi de azalmakta ve hastalar istedikleri  yiyecekleri daha rahat tüketebilmektedirler.
Reflü hastalığının tedavisinde  önemli bir sorun, tedavi kesildikten sonra hastaların büyük çoğunluğunda şikayetlerin  tekrarlamasıdır.  8-12 hafta süren bir tedavinin kesilmesinden sonra   hastaların yarısında 3 ay içinde , %80 inde de inde de 6 ay içinde bulgular tekrar ortaya çıkmaktadır. Tedavinin birdenbire  kesilmesi  bu olasılığı artırır.  Bu nedenle hastaların çoğunda değişik yoğunlukda idame tedavisine ihtiyaç duyulur. Bazı hastalarda ilaçların  gün aşırı veya  haftada  iki kez gibi aralıklı olarak alınması  veya şikayetlerin olduğu dönemlerde kullanılması  yeterli olabilmektedir.  
 
Reflü  tedavisinde kullanılan ilaçların uzun süre kullanılmasının sakıncaları var mıdır?
Reflü tedavisinde mide asit salgısının baskılanması amacıyla kullanılan ilaçlar  yaklaşık 17 yıla yakın bir süreden beri kullanılmaktadır. Bu güne kadar bu ilaçların uzun süre kullanılmasına bağlı ciddi bir yan  etki bildirilmemiştir. Güncel  bilgilerimize göre  bu ilaçların uzun süreli kullanılmasında  bir sakınca olmadığı söylenebilir.   
 
GÖRH tedavisinde endoskopik yöntemlerin yeri nedir?
Son yıllarda GÖRH nın tedavisinde alt özefagus sfinkterinin güçlendirilmesine yönelik bazı  endoskopik tedavi yöntemleri kullanılmaya başlanmıştır. Tamamlanmış ve sürmekte olan çalışmalardan alınan erken sonuçlar kısmen yüz güldürücü olmakla birlikte bu yöntemlerin etkinlikleri halen daha kesin olarak kanıtlanmış değildir. Endoskopik gastroplasti  (EndoCinch) ve  radyofrekans enerji uygulaması (Stretta yöntemi) bunlar arasında sayılabilir. Bu yöntemlerin etkinlikleri  henüz tam olarak açıklığa kavuşmadığından ve  uygulama sırasında hastanın kaybedilmesine  kadar varabilecek çok ciddi yan etkiler oluşabildiğinden ancak seçilmiş vakalarda, iyi bir değerlendirme sonrasında ve tecrübeli  endoskopistler tarafından uygulanmalarına müsaade edilmelidir.  Kanımca  bu yöntemler  reflü tedavisinde  henüz rutin olarak tercih edilmemesi gereken yöntemlerdir.
 
GÖRH da cerrahi tedavi nezaman uygulanmalıdır?
Tıbbi tedaviye rağmen reflü hastalarının yaklaşık %10 kadarında cerrahi tedaviye gerek duyulur. Cerrahi tedavide  fundoplikasyon olarak adlandırılan bir yöntem uygulanır. Bu yöntemde mide, yemek borusu etrafında döndürülerek mürekkep hokkasına  benzer bir yapı oluşturulur ve böylece mide içeriğinin yemek borusuna  kaçması önlenmeye çalışılır.  Mide fıtığı olan genç ve orta yaştaki reflü hastalarında devamlı ilaç kullanım gereksinimi göz önünde bulundurularak cerrahi tedavi önerilebilir. Yeterli dozda ilaç kullandığı halde  şikayetleri devam eden hastaların  cerrahi tedaviden fayda görme olasılığı çok düşüktür.  Solunum sistemine ait belirtileri (öksürük, astım benzeri şikayetler vb.) tıbbi tedavi ile  yeterince düzelmeyen hastalarda cerrahi tedavi uygun bir seçenek olabilir.  Kronik reflü sonucunda oluşan ve  endoskopik tedavi ile düzeltilemeyen yemek borusu darlıkları da  cerrahi olarak tedavi edilmelidir. Son yıllarda, karın duvarında kesi yapılmadan gerçekleştirilen  laparoskopik yöntemler  kısa sürmesi, hastanede kalma süresini  kısaltması ve hastaya daha az zarar vermesi nedeniyle  klasik açık ameliyatlara tercih edilmeye ve tecrübeli ellerde oldukça iyi neticeler alınmaya başlanmıştır. Cerrahi tedaviye karar verilen bir hastanın laparoskopik  yöntemler için  uygun olup olmadığına cerrah karar verecektir. Ameliyat sonrasında bir kaç ay kadar sürebilen geçici  yutma  güçlüğü olabilir. Cerrahi tedavi erken dönemde  hastaların  büyük bir çoğunluğunda yeterli bir düzelme  sağlamaktadır. Ancak yıllar geçtikçe hastaların bir kısmı tekrar ilaç kullanma ihtiyacı duyabilmektedir (5 yıl sonra %25 i, 10 yıl sonra ise yarıdan fazlası).  Cerrahi tedavi kanser gelişme riskini azaltmaz. Cerrahi tedaviye bağlı ölüm veya başka komplikasyonların  gelişme riski  yaklaşık % 0,5-1,5 civarındadır ki bu risk herhangi bir reflü hastasının  hayatı boyunca yemek borusu kanserine yakalanma riskinden (%0,002-0,035)  anlamlı olarak daha yüksektir. Bu nedenlerle,  reflü hastalığında cerrahi tedavi için acele edilmemesi ve cerrahi tedaviye karar vermeden önce  hastanın yaşı, klinik bulguları, mide fıtığının olup olmadığı, ilaç tedavisine alınan yanıt ve diğer tıbbi problemlerin varlığı gibi değişik  faktörlerin birlikte değerlendirilmesi uygun olacaktır.
 
Gebelik sırasında oluşan reflü hastalığının özellikleri nelerdir ve nasıl tedavi edilir? 
Gebelik, gastroözofagial reflünün en sık görüldüğü durumlardan biridir. Gebe kadınların en az %25 inde  her gün en az bir kez reflüye bağlı şikayetler bulunur. Gebelikte reflü tanımlayan hastaların %20-25 inin gebelik öncesinde de reflü şikayeti olduğu bilinmektedir. Reflü sıklığı ve şiddeti gebeliğin ilerlemesiyle artar ve şikayetler genellikle doğumdan sonraki  günler içinde kaybolur.  Hastanın tipik şikayetleri  çoğu kez tanı için yeterlidir. Gerektiğinde endoskopi ve pH monitorizasyonu gebelerde güvenle kullanılabilecek yöntemlerdir. Gebelikte GÖRH tedavisi genel toplumdan biraz farklıdır. Hastaların %25-40 ında yaşam tarzında ve diyette yapılan değişiklikler ve antasit veya aljinik asit gibi ilaçların kullanılması ile yeterli  düzelme sağlanabilir.  Çok  gerekli olduğunda proton pompası inhibitörleri kullanılabilir. Yapılan çalışmalarda bu ilaçların gebelerde kullanılmasının bebeğe zararlı olmadığı  gösterilmişse de  hamilelik sırasında doktor onayı alınmadan bu tür ilaçlar kullanılmamalıdır.
 
Sonuç
Genellikle ömür boyu sürecek yakınmalarla birlikte olan  gastroözofagial reflü hastalığının  günümüzdeki tedavisi büyük ölçüde  tıbbi yöntemlerle yapılmaktadır, hastaların  küçük bir kısmında cerrahi tedaviye ihtiyaç duyulur. Cerrahi tedavi için acele edilmemeli ve hastanın ayrıntılı bir şekilde incelenerek  bu tedavi için uygun olup olmadığı değerlendirilmelidir. Endoskopik  tedavi yönemleri bu gün için henüz tavsiye edilebilecek yöntemler değildir. 
 
Mini sözlük
Gaster -  Gastro   : Mide , mide ile ilgili
Özofagus               : Yemek borusu
Gastroözofagial reflü:  Mide içeriğinin yemek borusuna geri  kaçması
Özofajit: Yemek borusunun  iltihabı (Reflü sonucu olabileceği gibi, bazı ilaçlar, infeksiyonlar, yakıcı maddelerin  içilmesi veya radyoterapi özofajite yol açabilir. 

Bu makale 15 Mart 2019 tarihinde güncellendi. 0 kez okundu.

Yazar
Prof. Dr. Ahmet Dobrucalı

Prof.Dr.Ahmet Dobrucalı, 1985 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'ndeki eğitimini tamamlamıştır. 1992 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nden İç Hastalıkları Uzmanlığını almıştır. 1995 yılında Gastroenteroloji Uzmanı olan Dr.Dobrucalı 1996 yılında da Doçent Unvanını almıştır.

2004 yılında Profesör Unvanını alan Dr.Dobrucalı 2000 burslu olarak gittiği ABD de Gastrointestinal Sistem Hastalıkları üzerine çalışmalar yapmıştır.

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları ve Gastroenteroloji Bilim Dalında öğretim üyesi olarak çalışmalarını sürdürmekte ve hastalarına hizmet etmektedir. 

Etiketler
Gastroözofagial reflü
Prof. Dr. Ahmet Dobrucalı
Prof. Dr. Ahmet Dobrucalı
İstanbul - Dahiliye - İç Hastalıkları
Facebook Twitter Instagram Youtube