(Aşağıdaki yazı günlük yaşantıda yetişkinlerin farkında olmadıkları ama çocukların kendi içlerinde yaşadıkları sıkıntılara dikkat çekmek için yazılmış kısa bir öyküdür.)
Küçük kız sınıftaki sırada yalnız oturuyordu. Ders dinlerken yanına birden sınıf öğretmeni oturunca çok heyecanlanmıştı. Daha yedi sekiz yaşlarında bu kadar heyecanın normal olduğunu düşünmüyordu bile; çünkü zaten o duygu heyecan değil kaygıydı ve de kaygı yaşamadığı neredeyse bir an bile olmadığı için olması gerekenin bu olduğunu sanıyordu. Başka bir duygu mesela rahatlık, kendine güven, huzur gibi duyguların varlığından pek de haberdar değildi. Bazen arkadaşlarının tahtaya çıktığında rahatça ders anlattıklarını görünce şaşırıyordu ya da öğretmenlerine normal bir şekilde soru sorduklarında garip geliyordu ama çok da takılmıyordu. Çünkü öyle bir yaşam kendisinde olamazdı, o yaşlarda kendisinde olmasını isteyemeyecek kadar uzaktı bu duygulara. Öğretmeni yanına oturdu ve öğretmen tahtadaki konu anlatan arkadaşını dinlemeye başladı. Küçük kızın kalp atışları hızlanmıştı çünkü koskoca bir öğretmen gelmiş yanına oturmuştu, kendini biraz değerli hissetmiş olmalı ki yandan görünen yanağını öpme isteği doğdu küçük kızın içine. O anda sadece öğretmenin yanağı vardı, tüm sesler ve görüntüler gitmişti. Evet, öpebilirdi, sonuçta yanına gelmiş ve oturmuştu, bu onu sevdiğini gösterirdi herhalde. Büyük bir kalp atışı, heyecan, kaygı, çekingenlikle kalktı öptü ve oturdu. Daha otururken öğretmenin kafasını sağa sola sallamasını gördüğü an bir hata yaptığını her zamanki tanıdık suçluluk duygusuyla anladı. Öğretmeni fısıltıyla ‘sırası değil’ diyerek tekrar tahtaya döndü. Küçük kız da her zamanki suçluluk hissine bir yenisini katarak ve bir daha öğretmenlerine bu şekilde bir girişimde bulunma cesaret kırıntısının da yok olduğunun farkında olmayarak başı önde sırasına oturdu. O sırada hangi dersteydi, arkadaşı ne anlatıyordu duymuyordu, tek duyduğu ‘neden yaptın?’ diye suçlayan kendi iç sesiydi…