İçimizdeki eril ve dişil : anima ve animus

Yere baka baka,                                             Darkafalıların ülkesine geri döndüler.                                            O jerum, jerum, jerum,                                            O quae mutatio rerum!

İçimizdeki eril ve dişil : anima ve animus

 

"Sözcükler yüreğime işledi. Bir zamanlar o da, benim şimdi olduğum gibi, yeni başlamış hevesli bir öğrenciydi; dünya şimdi benim önümde açıldığı gibi, onun da önünde açılmıştı ve bilginin sonsuz hazineleri şimdi benim önüme serildikleri gibi, onun da önüne serilmişlerdi. Onun için her şey nasıl olmuş da canlılığını yitirmiş, acıya ve hoşnutsuzluğa dönüşmüştü?"*

 

Böyle diyor Dr. Jung anılarında, babasından bahsettiği bölümde. Psişe kavramını, anne ve baba rollerinin sembolik arkaplanını kendimi, insanı ve neredeyse insanlığı kavramama olanak sunan çok saygın bir okulun kurucusu.

Kendiliğe dair yazmanın, okumanın bireyi deneyimsellikle sınırlayan bir yanı olduğu kanaatindeyim. Bu gibi içerikler zamana meydan okurlar ve yaşamın farklı dönemlerinde farklı anlamlarla karşımıza çıkarlar.

Bazen daha önce okumadığımızı, bazense o an fark ettiğimiz yönünü hiç farketmemiş olduğumuzu görürüz.

Psikoloji disiplini içerisinde Jung'un kendisine ve öğretisine açtığı kanal biraz böyle. Bu durum, bu konuda düşünmek ve yazmak konusundaki çekimserliğime çekimserlik katıyor.

 

Dünyadalığımıza ilişkin algılarımızın öncelikli belirleyicisi olan anne ve babalarımız, kardeşlerimiz ve belki bazı akrabalarımız. Ardından tanış hale geldiğimiz sosyal dünya, okullar ve dostluklar. 

Günümüzde bu bileşenlere eklemlenen neredeyse bir mahalle bir ebeveyn hükmünde olan dijital dünyayı, bilgiye erişimi de listeye katabiliriz. Biçimleniyoruz...

Kendini anlama çabasına giren bireyi, hızla zenginleşen kişisel gelişim menülerinde zengin bir içerik karşılıyor. Lezzetli ya da erişilebilir olana yönelen birey, yavaş yavaş yol alıyor. Okumalarla, düşüncelerle, analizlerle. Fakat bu esnada "kendim" dediği şeye doğru yol alırken onu bekleyen tehlikeleri göz ardı edebiliyor, ya da kimi içeriklerin "sağlıklı" olmayabileceği ihtimalini gözden kaçırabiliyor.

Yine aynı eserin** bitişinde şöyle diyor Dr. Jung

" Kendime şaşıyorum; kendimden memnunum ve kendimden düş kırıklığına uğradım. Dertliyim, yitiğim ve coşkuluyum. Bunların tümüyüm. Bunların toplamının ne olduğunu da bilmiyorum. Mutlak bir değeri ya da değersizliği saptama niteliğim yok. Kendimle ve yaşamımla ilgili bir yargım da..."

 

Kendini bilme ve anlama yolculuğunda bir hedef ve sonuç vadetmeyen bu yaklaşımı kavrama çabası beyhude mi? Çok daha öngörülebilir, somut çıktılar içeren yaklaşımlar varken bir insan neden bu yolu seçer ki?

Kanaatimce analitik psikoloji okulu gücünü tam da buradan almaktadır. Kanıtlanabilir ve nedensel olmayan bağlar ve bunların etkisinden emin oluş.

Uzun bir girişin ardından kuramın temel kavramlarından birine arketipe değinelim. Arketiplerin kristaller gibi bilinçdışını tutan örüntler olduğunu söyler Jung. Ve her bir kristalin birbirinden farklı kar tanelerini yeryüzüne taşıması gibi, bilinçdışındaki bu ağlar bilinçle dolarak bizi örer.

Kadının psişik örgütlenmesindeki ana akslardan birisi animus gibi görünmektedir. En basit ifadesi ile kadının bilinçdışındaki eril unsur olan animus, klasik psikanalitik teoride biraz odipal karmaşayı andırır. Ne var ki daha kapsamlı, daha aşkındır. 

"Jung'a göre Freudcu aktarım yorumu babayla ilgili aktarım anlamında, sadece bir yanlış anlamadır, çünkü bilinçdışı sadece bir insana sıcak bakıyormuş gibi görünürken aslında bir tanrı aramaktadır. Dolayısıyla bu sevdanın gerçek anlamı şöyle tanımlanır :

Bir tanrıya duyulan özlem, en karanlık içgüdüsel doğamızdan boşanan bir tutku, belki de insanoğluna duyulan sevgiden daha derin ve güçlü, dış etkilerden etkilenmeyen bir tutku olabilir mi? Ya da belki de aktarım adını verdiğimiz on beşinci yüzyıldan beri bilinç düzleminde kayıp olan gerçek Gottesmine'den bir parça o uygunsuz sevginin en yüksek ve en gerçek anlamı mıdır? (Jung, 1928, parag.21)

Bu hipotezi kadın hastalarına agnostik olanlara bile uyguladığı zaman çözülemez görünen durumları çözme etkisi gösterdi.(...)Tutku, Jung için analiz yöntemiyle tam anlamıyla ustalaşması gereken tehlikeli bir dürtü değildir tam tersine analizin gerçek hedefini ortaya çıkarma niyetiyle eksiksiz ölçekte kendini verdiği ruhun derin bir hareketidir. ***"

Animus, kadının içinden geçen kendinden kendine döşenmiş bu yüksek gerilimli hat; çarpıcı ve belki çoğu zaman çarpık ilişkilerle kendini gösterir. Çoğu kadın, kendini anlama yolculuğunda içine düştüğü ilişkileri romantik bir pencereden yorumlama eğilimindedir. Fakat buradaki alıntıda da görüldüğü üzere neredeyse vecd gibi görünen çoğu deneyim bir animus bilinçlenme/ entegrasyon girişimidir.

 

Sevgili Sabina'nın gözlerimizin önüne serdiği ve nitekim çoğu filozof kadın gibi itibarının tadını çıkaramadığı  bu gerçeklik günümüz kadınlarının yaşam kalitelerini artırmaları adına büyük önem taşıyor gibi görünmektedir.

Anne-baba, kültür, kurumlar, inanç sistemleri gibi pek çok bileşenin etkisi altında kalan animus sanki yüklü bir elektron gibidir ve yüksek manyetik alanlara girdiğinde ivmelenir. Kimi zaman levhaya çarparak ateşlenir. Kadın animusuna rastladığında, animusunu projekte ettiğinde -ki bunu daima yapmak zorunda gibidir- tetiklenmiştir.

Sevgili  Özgür Ertana'nın nefis çevirisi ile 

" Eğer animusumu bir adama yansıtırsam ( projeksiyon) psişik enerjimin bir kısmı o adama doğru akıyormuş gibi olur ve aynı zamanda ondan etkilenir çekiciliğine kapılırım. Bu, ucu çok sivri bir ok bir miktar psişik enerji gibi davranır.****"

 

Biyolojik cinsiyeti erkek olan birey için durum bir yandan çok benzer bir yandan çok farklıdır. Anima, bilinçdışındaki dişil unsur maskülen psişe ile kendince ilişkilenir. Bilince çıkmak için seçtiği yollar, görünümleri biraz farklıdır.

Gerek psişik yapılanma gerek psişik dönüşüm süreçleri cinsiyetlerden etkilenir. Aslında erkek ya da kadın, bu kavramlar, bu pencereden daha çok psişik enerji formları gibi görünmektedir. Kontrastın doğurduğu gerilim ve etkileşimlerinden doğan enerji gelişim ve dönüşümün yakıtıdır.

" Ve tıpkı geniş kapsamlı, bütün bir erkeğin işine içsel dişilliğiyle hayat vermesi ve animasını kendine bir ilham perisi yapması gibi, bir kadının içsel eril yanı da bir erkeğin dişil yanını dölleme gücüne sahip yaratıcı tohumları ortaya çıkarır. Dolayısıyla cinsiyetler arasında doğal bir tamamlayıcılık vardır ve bu durum bir çocuğu doğurmak gibi yalnızca fiziksel bir seviyede değil aynı zamanda ruhlarının derinliklerinde akıp onları bir araya getirerek 'spritüel bir çocuk' doğuran gizemli imgeler ırmağında da söz konusudur. Bir kadın bunu fark ettiğinde bilinçdışıyla nasıl baş edeceğini öğrendiğinde ve iç sesinin ona rehberlik etmesine izin verdiğinde erkeklerle ilişkilerinde femme inspiratrice (ilham veren kadın) veya kendi haklılığından emin kadın bir Beatrice veya bir Xanthippe olup olmamak artık tamamen ona kalır.*****"

Bu makale 16 Nisan 2024 tarihinde güncellendi. 0 kez okundu.

Yazar
Klinik Psikolog  Berin Orhan

Klinik Psikolog Berin Orhan ; Gedik Üniversitesi Psikoloji ve Yıldız Teknik Üniversitesi Fizik bölümlerinden lisans derecesine sahiptir. Üsküdar Üniversitesi Klinik Psikoloji alanında master derecesini "Psikotik Belirtileri olan ve Olmayan Psikiyatri Hastalarında El Tercihi Dağılımının İncelenmesi" başlıklı tezi ile almıştır. Kariyeri boyunca psikanalitik oryantasyonlu ve varoluşçu ekollere ilgi duymuş, çalışmalarını zaman içerisinde beden alanında yoğunlaştırmıştır. Integral Somatic Psychology akredite uygulayıcı sertifika eğitimini Raja Selvam'dan almıştır. Ulusal ve uluslarası kongrelerde yer almış, konferanslar vermiş çeşitli medya kuruluşlarında programlara konuk olmuştur. Son dönemde dijital üretime yoğunluk vererek alan profesyonelleri ile canlı yayınlar yapmıştır. Orhan'ın klinik çalışmaları üç temel ayak üzerinde yükselir. Rü ...

Klinik Psikolog  Berin Orhan
Klinik Psikolog Berin Orhan
İstanbul - Klinik Psikolog
Facebook Twitter Instagram Youtube